Hollywood sineması ve Fransız animasyon sinemasında suç kültürünü karşılaştırarak temasının suç olmasına rağmen klasik tür kodlarını içinde barındırmayan Renaissance'ı bir suç filmi olarak inceledik.

Suç, klasik kodlar dahilinde üretilen bir filmde ana tema olarak kullanıldığında aynı zamanda filmin türü haline de gelir. Renaissance filmi cyberpunk desenleriyle üretilen yeni kara film örneği olduğundan dolayı bu yazıda ilk olarak, sinemada tür kavramı ve türsel kodlarla suç sinemasına, onun ardından da Fransa animasyon sinemasına genel bir bakışı ele alarak Renaissance filmini klasik suç türü kodlarıyla karşılaştırdık.

Sinemada Tür ve Suç

Sinemada türlerin ortaya çıkışı, klasik sinemanın ortaya çıkışıyla eş zamana denk gelmektedir. Klasik yapı kodları, yönetmenlerin tür sinemasını ve kodlarını keşfetmelerini sağlamıştır. Bu yapı, kendisini Amerikan Sineması’nda geliştiren bir yapıdır ve Amerikan Sineması’nda sınırlı sayıda türden bahsedilir. Her türün kendi içinde ayrı ayrı kodları vardır. Tüm bu sınırlar içerisinde “tür sineması” sürekli kendisini tekrar eden bir yapı gösterir. Benzer hikayeler, aynı kodlar içerisinde tekrar edilerek ele alınır. Aslında amaç, üretmek ve tüketmektir. Tür sineması bu anlamda ticari bir sinemadır. “Sinemada tür kavramı, esas olarak endüstrinin kendi içinden doğmuş ve eleştirmenlerin, seyircilerin ve son olarak da sinema yazarlarının katkısıyla yerleşik bir nitelik kazanmıştır” (Abisel, 1995, s. 22). Hollywood her ne kadar tür sinemasını ve türsel kodları keşfetmiş olsa da, Western dışında çoğu türün kökeni aslında edebiyat ve tiyatroya dayanmaktadır.

Suç türünün ortaya çıkışı 18. yüzyılın sonlarına dayanmaktadır, bu dönem ise kapitalizmin ortaya çıkışıyla aynı zamana denk gelmektedir. Kapitalizmin 18. yüzyılda başlamasıyla beraber aslında kent yaşamı da başlamış olur. Kentlerde yoğunlaşan nüfus, insanların mülk kaybı yaşaması, toplumda değişen sınıf yapısı, suç ve adalet kavramlarında yeni bir içerik oluşturmuştur. Değişen yaşam koşulları insanların bu dönemde çok fazla mülk kaybı yaşamasına sebep olmuş ve artık bu dönemde işlenen suçlar, cinayet ve darptan ziyade mülkiyet sorununu içermeye başlamıştır. Yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından, 19. yüzyıl beraberinde suç edebiyatını getirmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan dünyaca tanınmış yazar Balzac’ın eserlerinde finansa bağlı suçların oldukça fazla olduğu görülmektedir. En başta da belirtildiği gibi suç, bu eserlerde sadece araç görevindedir.

ABD’nin suç edebiyatının merkezi haline gelmesi ise İkinci Dünya Savaşı’yla gerçekleşmiştir. Bununla birlikte suç türüne ev sahipliği yapan ülke İngiltere değil, ABD olmuştur. Değişen toplum ve kültür yapısıyla birlikte işlenen suçlar ve içerikleri de değişir. Dedektif hikayeleri devam eder fakat artık hikayelerin anlatısını değiştirir ve hikayeler bireyselliğe hizmet etmemeye başlar. Artık suç hikayelerinin içeriğini gansterler, organize olmuş çeteler oluşturmaya başlamıştır. Yine bu dönemde sinemada da suçun içeriğini organize olmuş çeteler oluşturmaktadır. Örneğin; Hollywood’un atası olarak bilinen ve tür sinemasının keşfini sağlayan D. W. Griffith her ne kadar melodram filmleri çekmiş olsa da filmlerinin teması bariz bir şekilde suç unsuru barındırmaktadır.

“Griffith'in kurgusu kendi ideolojisi için yeterliydi: Dinci, ırkçı ve tutucu, politik ve toplumsal düşüncelerin çoğuna kapalı (Griffıth ilk dönem Biograph kısa filmlerinden Buğday Spekiilasyonu'nda [A Corner in Wheat, 1909]) olduğu gibi. Bu kapalılığı yalnızca nadiren kırar ve politik bir bağlama benzer bağlam içinde zengin ile yoksulun kurgusunu yapar” (Kolker, 2010, s. 29-30). 

The Birth Of A Nation (1915) filminde iç savaş öncesi ve savaş sırasında yaşanan olayları ırkçı bir şekilde ele alan Griffith, filmde Kuzeyliler tarafından ayaklandırılan kölelerin “Ku Klux Klan” örgütü tarafından bastırılmasını baz alır. Filmde suçlu olarak görülen kölelerdir ve “Ku Klux Klan” örgütü köleleri cezalandırmakla yükümlü bir çetedir, klasik anlatının yapı taşlarından birisi de hiçbir suçun cezasız kalmamasıdır. Bu yüzden aslında bir çete filmi olan The Birth Of A Nation (1915) filmindeki örgüt, suçluyu cezalandırdığı için kahraman rolündedir.

Dünyanın yaşam ve sanat algılayışını değiştiren İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ise, sanayi toplumlarıyla birlikte suçun kapsama alanı biraz daha değişir. Artık suçlular büyük şirketler olmuştur. Bu dönemde film çeken Orson Welles’in sinemasında savaş sonrası değişen toplum yapısı ve suç içerikleri ön plana çıkmaktadır. Welles’in filmlerinde daha çok dedektif ya da olayları çözmeye çalışan dedektif rolüne bürünmüş kişiler öne çıkar ve olayların yolu bir şekilde devletle kesişir. Touch Of Evil (1958) ve 3rd Man (1949) filmleri Welles’in bu dönemde ortaya çıkardığı “Film Noir” örnekleridir.

“Kara Film'in stilinin 1940'lar sinemasında bir sabit haline gelmesinin bir nedeni, tekrarlamanın her zaman araştırmaya oranla kolaylığı olabilir ve Amerikalı yönetmenler bu stili anlamaya çalışmaktan çok yalnızca yeniden ürettiler. Bu her zaman onların yöntemi oldu, çünkü Hollywood stiline kendisini ve izleyicisinin tepkilerini sorgulamaya başlamasına izin vermek hem ekonomik hem de estetik olarak uygun değildi” (Kolker, 2010, s. 112-113).

Tür kavramı her ne kadar Hollywood’da kendisini var etse de “suç türünü” aslında sinemada daha eski ve çok daha önemli örneklerini Ekspresyonist Alman Sineması’dan biçim ve estetik bağlamında devraldığını görmekteyiz. “1940’larda Amerikan sinemasının Orson Welles ve kara film tarafından stilistik açıdan yenilenmesinin temeli kesinlikle dışavurumcu sinematografideydi” (Kovacs, 2010, s. 18). Alman Ekspresyonizm’i yarattığı karanlık atmosferle, vampir ve korku hikayeleriyle aslında Hollywood sinemasında daha sonradan göreceğimiz vampir filmlerinin ilk örneklerini vermiştir. “Dışavurumculuk Hollywood stilini etkilemişti. Akımın önemli yönetmenleri Hollywood'a getirildi ve onların stili 1930'ların üniversal korku filmlerini etkiledi. Bu stil 1940'larda  kara filmi etkilemiş olan (ki kara film de Yeni Dalga yönetmenlerini etkileyecekti) Yurttaş Kane'de Orson Welles tarafından benimsendi” (Kolker, 2010, s. 33).  Orson Welles sinemasında dışavurumculuğun bu kadar belirgin olması sadece biçimsel olarak değil, içerik olarak da öne çıkmaktadır. “Dışavurumcu filmler aslında vampir ve canavar filmleri ve psikolojik-gerilimler (psychothriller) gibi en popüler Hollywood türlerinin bazılarının ilk modelleriydiler. Bu filmlerin alışılmamış ve abartılı aygıtları bile Hollywood’un görsel evreni için aşina hale geldiler” (Kovacs, 2010, s. 18).

Suç kavramı, beraberinde birçok kavramı da getirir. Öç, kin gibi kavramlar suçun sebebi olabilirken, adalet ve ceza gibi kavramlar suçun neticesinde gerçekleşebilir. Suç sinema ve edebiyat için zengin bir kaynaktır. Klasik anlatıda her hikaye özünde bir suç unsuru barındırır. Klasik yapı kodları dahilinde her tür, kendi kodlarına sahip olsa da, suç belirli kodlara sahip olmadan tür olarak kabul edilir. Suç filmlerini belirleyen en temel unsur, ana temanın suç olmasıdır. Hollywood sinemasında suç; ganster, western, polisiye ve kara film türlerinde karşımıza çıkar. Michel Foucault suçun kapitalizm için gerekli olduğunu düşünür ve şunları söyler:

"Suç işleme eğilimi yoksa polis de yoktur. Polisin varlığını, polis denetimini toplum için kabul edilir kılan şey suç işleme eğilimi olan kişiden duyulan korku değilse nedir? Olağanüstü büyük bir kazançtan söz ediyorsunuz. Pek yakın dönemde ortaya çıkan, bunca rahatsız edici bu polis kurumu ancak bu sayede aklanabilir. Bizim silah taşıma hakkımız yokken, bize kimlik soran, kapımızın önünde aylak aylak dolaşan üniformalı, silahlı bu insanlarını varlığını kabul ediyorsak, suç işleme eğilimindeki bu kişiler olmasaydı bu nasıl mümkün olabilirdi?" (Kaynak: Yeni Düzen)

Buradan yola çıkarak suçun sadece sinemada ticari amaçla kullanılmadığını, kavramsal olarak başlı başına ticari anlamlar doğurduğu söylenebilmektedir. Suç ve ceza kavramları ideolojik amaçlar doğrultusunda şekillenmektedir. Klasik sinemanın gücü ise en çirkin ve kötü olayları bile ideolojik hamlelerle normal gösterebilmesidir. Bu sebeple suç filmlerinde, suçlu genelde en ağır şekilde cezalandırılır. Felaketler suçlunun peşini bırakmaz. Suçtan elde edilen gelir genelde değersiz ve kazanan için zararlı olur.

“1960’lardan itibaren toplumsal yapı içindeki çeşitli kesimler, farklı taleplerle de olsa tepki göstermeye başladılar. Bu sadece ABD’de değil bütün dünyada gelişen, adeta zincirleme bir tepkiydi. Kadınlar, işçiler, siyahlar, öğrenciler gibi pek çok kesim yeni bir isyan dalgası başlattı. New Deal’ın, Amerikan hegemonyasının güzel günleri sona eriyordu. Aynı dönem iki yüz yıllık modern geleneklerin, düşüncelerin radikal bir biçimde sorgulanmasına yol açtı” (Yuvayapan, 2006, s. 79).

1960’larda Hollywood sinemasının modernist sinemadan da etkilenmeye başladığı gözlemlenir. Bunun sebebi Yeni Dalga ve John Cassavetes’tir. Kara Film, 1960’lar ve 70’ler de geri dönmüştür. Bahsi geçen yıllarda tüm dünyada farklı kesimden insanların tepki göstermeye başladıkları gözlemlenir. Bu tepkileri çıkaranlar genelde toplumda ötekileştirilen, kadınlar, işçiler, siyasiler ve bunlar gibi birçok kesimden insanlardır. Onların tepkileri ise zamanla büyük bir isyan dalgası başlatmıştır.

Bu dönemde öne çıkan, dönemin ruhunu en iyi şekilde yansıtan film; Martin Scorsese’nin Taxi Driver filmidir.  Scorsese’nin çektiği Taxi Driver (1976) Vietnam savaşının etkilerini üzerinden atamayan bir taksi şoförünün çevresine uyum sağlamayı reddetmesini anlatır. Karakterin bastırdığı arzuları ve fantezileri dışarıya şiddet olarak yansımaktadır. Travis’in benimsediği saldırgan tavır, onu azılı bir suçlu haline getirir. Travis, kendisini ahlak bekçisi, bir temizlikçi gibi görmeye başlar ve suçlu olmasını kendince haklı sebeplere bağlar. Yeni Kara Film örneği olarak gösterilen bu filmde de aslında 1980’li yıllardan sonra daha çok göceğimiz psikolojik suç örneği karşımıza çıkar. “1980’lerde suçun görünümleri gibi, barındırdığı ideolojiler de değişim gösterdi. Filmlerin ‘aşk’ ve ‘aksiyon’ üzerinden pazarlanması, artık yeterli değildi. Hollywood bu kodlar yerine ‘seks’ ve ‘şiddet’ temalarına yönelmenin faydalı olacağına inandı” (Monaco, 2010, s. 263).

Suç filmlerinin bu dönemde “sex” ve “şiddete” yönelmesinin sebebi yine o dönemde ortaya çıkan ve Amerika’da giderek büyüyen bireysellik ve güç kavramlarıdır. İnsanların kapitalizm içinde varlıklarını sürdürebilmeleri için  filmlerde daha sert kavramlar kullanılmaya başlanmıştır. Suçu baz alan filmlerde özellikle de "güçlü beyaz erkek" ideolojisi yüceltilmiştir.  Bu dönemden sonra toplumda artan suç olayları Hollywood’da suç temalı filmlerin artmasına sebep olmuştur.

“Böylece bireycilik, kapitalizm, ataerkil toplum anlayışı, toplumsal uyum, din, ırkçılık, polisin meşruluğu gibi ideolojiler suç filmlerinde çok daha sık kullanılmaya başladı. Artık suçun temsili, suçun gerçekliğinden ayrı bir öze sahipti. Popüler filmlerde suç, gerçekliğinden çok farklı bir gösteri ve estetik içinde sunuluyordu” (Gültekin, 2019, s. 149).

Bu dönemde suç filmlerinin gerçekliğin çok dışında, suçu estetize eden ve göşterişli olduğu söylenebilir.  Suç filmleri üzerinden din, aile, ceza ve suçlu kavramları yeniden üretilmiştir.

Görüldüğü üzere suç kavramı, zamanla ve toplumla ilişkili olarak değişen, genişleyen ve kolektif algıyı kapsayan bir yapıya sahiptir. Suç, sinema için her dönemde içerik oluşturmuştur/oluşturmaya devam edecektir. 2000’li yıllarla beraber değişen toplum yapısı (tüketim kültürüyle beraber) yine suç türünün de içeriğini değiştirmeye başlamıştır. Suç türünün kapsayıcı yapısı onun kodlarını daha çok alt türlerinde belirleyici kılabildiğini göstermektedir. Çünkü klasik yapı dahilinde her öykü ister istemez bir suç unsuru barındırır, ana karakter yasayı bir kez de olsa çiğnemek zorundadır.

Fransız Animasyon Sinemasında Suç Türünün Karşılığı

Fransız animasyon sinemasında sık kullanılan temalardan birisi “suç”tur. Suç bir filmde tema olarak kullanıldığı takdirde o filmin türü haline de gelmektedir. Animasyon filmleri için türsel sınıflandırma tartışmalı bir konudur. Canlandırma sineması olarak adlandırlan animasyon, çoğunlukla sinemada bir tür olarak algılanmaktadır. Sinemada tür kavramının ortaya çıkışına baktığımızda animasyonun bir tür olarak kabul edilmesi pek de mümkün değildir. Tür sineması karşımıza Klasik Anlatı Sineması’yla birlikte çıkarken, animasyonun tarihi ise sinemanın başlangıç tarihine kadar gitmektedir. Sinemanın ilk örnekleri, çizimlerle yapılan deneysel çalışmalardır. “Animasyon filmin gelişimi hareketli görüntülerle ilgili ilk deneylere dayanır. Hatta milattan önce 70 yılında bile elle çizilmiş görüntülerin duvara yansıtıldığı bir mekanizma yapıldığına dair kanıtlar mevcuttur” (Aydın, 2010, s. 106).

Animasyonun ilk örneğinin Fransa’da ortaya çıktığı kabul edilse de bu konu hala belirsiz ve tartışmalıdır. Emile Cohl’un Fantasmagorie filmi bazı araştırmacılar tarafından ilk animasyon filmi olarak görülürken, bazı araştırmacılar da İngiliz yönetmen J. Stewart Blackton’un Humorous of Funny Faces (Komik Yüzlerin Güldürüsü, 1906)  filminin ilk animasyon olduğunu savunmaktadırlar. Blackton animasyon için önemli bir isimdir, Humarous of Funny Games filminde 1800’lü yılların sonlarında oldukça sık kullanılam stop-motion (duraklı) çekim yöntemini kullanılmıştır. “Ancak 1914 yılı animasyon tarihinde bir dönüm noktasıdır. Earl Hurd 1914'te cell selüloz animasyonunu kullanmaya başlamıştır. Bu yöntemde kareler tek tek çizilerek çizgi testinden geçirilir. Daha sonra ara kareler çizilerek temize çekilir” (Koçkan’dan aktaran: Şenler, 2005, s. 102) Animasyon filmleri daha çok teknik bir sınıflandırmayla birbirinden ayrılmaktadır. Zamana ve değişen teknolojik koşullara göre filmler de biçimsel anlamda şekillenmiş ve şekillenmeye devam etmektedir.

Fransa animasyon sineması köklü bir sinemadır. Animasyon için akla gelen en bilindik isim Walt Disney olsa da Avrupa animasyon sineması da hem teknik, hem de anlatı bakımından oldukça güçlüdür. Wells’e göre Disney; animasyon için “kontrol edici bir editör” gibidir. (Wells’den aktaran: Aydın, 2010, s. 107) Animasyon, film sanayisine dahil olduktan sonra yapımcılara bağlı hale gelmiştir. Bu bağlılık filmlere ekonomik anlamda bir özgürlük getirmiş olsa da zamanla filmlerdeki yaratıcılığın azaldığı görülmektedir. “Animasyonun bireysel karakteri kolektif üretime feda edilecektir. Bireysellik ancak tema düzeyinde ifade edilebilir hale gelir. Form olarak baktığımızda standartlaşma ve dağıtım ve üretimin en üst düzeye çıkabilmesi için formun belli kalıplara sıkıştırılması söz konusu olacaktır” (Aydın, 2010, s. 108).

1950’li yıllarda Amerika’da televizyon için çizgi filmler yapılırken Avrupa’da bazı deneysel animasyonlar karşımıza çıkar. Avant-garde animasyon adlı bu filmler her ne kadar dikkatleri çekip, animasyon için yeni bir form oluştursa da tüm dünyada egemen olan gelenek, Amerikan animasyon geleneğidir. Yapımcılara bağlı olmanın yaratıcılığı azalttığı düşüncesinde olan yönetmenler ise bu süreçte bireysel film üretmeye devam ederler. Avrupa ve Amerika animasyonları arasındaki en büyük fark, Avrupa animasyon sinemasında daha çok sanatsal içerik üretilirken Amerikan animasyon sinemasında öne çıkan unsurun özel efekteler ve teknoloji olmasıdır. Tür kavramı kendisini Amerikan Sineması içinde var eder. Bu sebeple Avrupa çıkışlı filmler için türsel sınıflandırma yapmak doğru değildir, fakat animasyon sineması üzerinde Amerikan animasyon geleneğinin etkisi söz konusu olduğundan dolayı, genel olarak filmlerde kullanılan temalar benzerlik göstermektedir. Temaların benzer olması ise filmlerin türsel kodlarla üretildiği yanılgısını yaratmakatdır. Animasyon filmleri her ne kadar türsel kodlarla üretilmiş olmasalar da animasyon sineması Amerika’yla birlikte anıldığından dolayı filmler genellikle türsel sınıflara ayrılmaktadır.

Fransız animasyon sineması çok çeşitli bir yapıya sahiptir. İlk bilimkurgu filmi olma özelliğini taşıyan Le Voyage dans la lune (Ay’a Seyahat, Georges Méliès, 1902) filmi başta olmak üzere, başlangıcından bu gününe kadar birçok farklı türle adlandırılabilecek film üretilmiştir. Bunların bir kısmı çocuklar için üretilen filmler olsa da büyük bir kısmı daha çok sanatsal, tarihsel ve felsefi içerikli filmlerdir. Le Voyage dans la lune filmi gibi 1982 yılında René Laloux yönetmenliğindeki Les Maîtres du temps (Time Masters) ve İngilizce yapılmış bir Fransız animasyon film örneği olan Immortal (Kadın Tuzağı, Enki Bilal, 2004)  filmleri de bilimkurgu olma özelliği taşımaktadırlar. René Laloux’un yönetmenliğindeki bir diğer bilimkurgu filmi olan La Planète sauvage (Vahşi Gezegen, 1957) ise, ele aldığı tema bakımından insana bir öteki olarak bakar ve bu sebeple varoluşçu felsefeyle “insan” kavramını seyirciye sorgulatan felsefi bir alt metine sahiptir.

Fransız animasyon sinemasında karşımıza çıkan bir başka unsur ise hikayelerde farklı kültürlerin yer almasıdır. Kirikou et la Sorcière (Kirikou ve Büyücü, Michel Ocelot, 1998), Batı Afrika halk masallarından uyarlanmış bir kahramanlık hikayesini anlatırken Persepolis (Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud, 2007) ve Waltz with Bashir (Beşir’le Vals, Ari Folman, 2008) filmleri, tarihsel olayları temel almaktadır. Persepolis, İran İslam Devrimi’ni küçük bir kız çocuğunun gözünden anlatırken Beşir’le Vals, 1982 yılında Lübnan’da yapılan katliamlara ve savaşa odaklanır, bu film aynı zamanda ele aldığı gerçekçi yaklaşımdan dolayı belgesel film özelliğine de sahiptir.

Hikayelerin Fransa’da geçtiği animasyon filmlerinde ise en çok karşılaştığımız tema suçtur. Suç temalı fimlerde genellikle karakterler bir yolculuğa sürüklenirken seyirci de onlarla birlikte hikayenin geçtiği şehri -bu şehir genellikle Paris’tir- keşfe çıkarlar. Suç, karakteri rutin hayatından çıkaran ve onu bilmediği bir dünyada mücadele içine sokan bir etmendir. Bu sebeple tema olarak suç filmleri her zaman seyirciye çekici gelmiştir.

“Suç filmleri bir paradoks ve çelişki alanıdır, çünkü suç bir kriz ve bozulma olduğu kadar, beklenen ve olağan bir durumdur da. Suçlunun er geç yakayı ele vereceği ama suçun işlenmesinin kaçınılmaz olduğu kabul edilir; suç ahlaki değildir; hatta kötüdür, ancak suçun gerçekleşmesi korkutucu ve iticidir, ancak aynı zamanda hikayedeki en karizmatik ve çekici karakterlerdir” (Benyahia, 2014, s. 13).

Kapitalizmle birlikte öncelikli olarak edebiyatta ortaya çıkan suç türü, toplumla beraber sürekli olarak değişmiştir. Bu sebeple modern toplumlarda ortaya çıkan suç temalı filmlerin içeriği de genellikle aynı olmuştur. Fransız animasyon sinemasında  karşımıza çıkan suçlular genellikle mafyalardır. Hikayelerde mafyalar çoğunlukla bir hırsızlık olayına karışırlar, ana karakterler ise bozulan mevcut düzeni tekrardan eski haline getirmeye çalışırlar. Bu hikayeler genelde ana karakteri şehirde bir yolculuğa çıkarır ve film boyunca aslında Fransa üzerinden geçmiş-gelecek, şehrin gece-gündüz hayatı karşılaştırılması yapılırken aynı zamanda değişen -yozlaşan- toplum yapısı ve yanlış kentleşmenin eleştirisi yapılır.

Burada bahsedilen animasyon filmleri Avrupa animasyon filmleri ya da tek başına bir gelenek haline gelmiş olan bazı ülkelerin animasyon filmleridir. Örn: Japon Anime Sineması, Çek Animasyon Sineması gibi... Belli ekollerde üretilen filmlerdir. Bu filmler için “tür”sel bir ayrım yapmak yanlıştır fakat özellikle postmodernizmle birlikte hayatımıza giren "her şeyi sınıflandırma” algısı, dijital dünyada bağımsız filmleri de içine almaktadır.

Bir Suç Filmi Olarak: Renaissance (2006) 

Renaissance Filminin Künyesi 

Yönetmen: Christian Volckman 

Yapımcı: Roch Lener, Aton Soumache, Alexis Vonarb

Senarist: Mathieu Delaporte, Alexandre de la Patellière, Patrick Raynal, Jean-Bernard Pouy

Müzik: Nicholas Dodd

Kurgu: Nick Kenway

Yapım Yılı: 2006

Ülke: Fransa 

Renaissance'ın Klasik Suç Filmlerinin Dışında Olan Konusu

Christian Volckman’ın yönetmenliğini yaptığı film, bir suç filmi olmasının yanı sıra bilimkurgu filmi olarak da kabul edilmektedir. 2054 yılının Paris’inde geçen hikayede, 22 yaşında başarılı bir araştırmacı olan İlona Tasuyev esrarengiz bir biçimde kaçırılır. Klasik kaçırılma hikayelerinin aksine bu hikayede kaçırılan kişi için fidye istenmez. Filmin en başında dikkat çekilen ve filmin sonuna kadar vurgulanan şey ise neredeyse bütün şehri etkisi altına almış, oldukça güçlü olan Avelon adlı bir şirkettir.

Avelon insanlara sonsuz gençlik ve güzellik vaat etmektedir. Aynı zamanda, İlona’nın işvereni olarak onu ne pahasına olursa olsun kurtarmak istemektedir. Avalon'un yönetim kurulu başkanı Dellenbach, bu davada rehin kurtarma uzmanı ve teşkilatın başına buyruk ancak başarılı müdahaleleriyle en tartışmalı polisi konumunda bulunan memur Barthélémy Karas'ın görevlendirilmesini ister. Karas, araştırması sırasında, İlona ile yaşlı bilim adamı Dr. Jonas Müller'in arasında bir bağ olduğunu saptar ve İlona'nın yine aynı şirkette çalışan kız kardeşi Bislane ile görüşür. Olaylar ilerledikçe İlona ve üzerinde çalıştığı insan ırkının geleceğini belirleyecek bir protokol (the Renaissance) hakkında gerçekler ortaya çıkmaya başlar.

Renaissance, klasik kara film kodları ile cyberpunk desenlerinin harmanlanmasıyla oluşturulmuş bir Yeni Kara Film örneği olan animasyondur. İki türün birleşimi filmde çizgi roman havasını yaratmıştır. Fransız animasyon sinemasında Amerikan animasyon sinemasının aksine toplumsal konular alt metin olarak verilir. Özellikle Paris’te geçen animasyonlarda dikkat çekilen bir konu da kentleşmedir. Kentleşme’yle en sık karşılaştığımız dönem modernizmdir. Modernizmle birlikte kentleşme üst düzeye çıkmış, bilim ve teknik hayatın her alanına yerleştirilmiştir. Modernizm aynı zamanda akıl çağıdır. Modernizmin kutsal hedefi; sanayileşme, kalkınma, ilerlemedir. İdeal olan üretkenliktir. Aydınlanmanın insanlara sunduğu en büyük vaat, “ürettikçe mutlu olacaklarıdır.” Fakat modernizm çoğu araştırmacıya göre vaat ettiği şeyi gerçekleştirememiştir. Modern akıl, aklı her şeyin tek ölçütü ve öncüsü konumuna getirmiştir.  Bu noktadan sonra aklın sınırlarını aştığı bir evreye girmiştir.

2054 yılında geçen bu distopik hikayede aslında postmodernizmle birlikte hayatımızı şekillendiren tüketim kültürü karşımıza çıkarmaktadır. Son derece gelişmiş teknoloji, görünmez korumalar, insan bedenini tek tipleştiren şirketler ve sadece güzelleşmek için çalışan insanlar, hepsi tüketim toplumunun geldiği son noktayı işaret etmektedir. Renaissance, kara film türünün bütün özelliklerine sahiptir. Soğuk bir polis, güçsüz hisseden bir kadın, dünyayı ele geçirmeye çalışan bir şirket ve ölümsüzlük. Fakat bu filmde işler klasik bir kara film türünde olduğu gibi çözülmez. En başta suçlu gibi gösterilen Müller’in İlona’yı kıskançlık yüzünden kaçırdığı düşünülür. Müller İlona'yı kaçıran kişidir fakat bunu kıskançlık yüzünden yapmamıştır.

Müller, ölümsüzlüğün formulünü bulmuştur ve İlona da tıpkı Müller gibi formulü çözmüştür fakat Renaissance’da mağdur olan kişi, iyi rolündeki kişi değildir. İlona bulduğu formulü Avelon’la birlikte kullanmak istemektedir. Müller ölümsüzlüğün dünyanın sonunu getireceğine inanır ve bu sebeple İlona’yı kaçırmıştır. Her şey ortaya çıktığında ve İlona kurtulduğunda ise İlona iyilerin tarafını seçmez, elindeki gücü kullanmak ister. En sonunda Karas, İlona kendi tarafını seçmediği için onu öldürür.

Sonuç Olarak 

Film bu şekilde bir sonuca bağlanmaz, iyiler ya da kötüler hikayenin sonunda galip gelmez. Herkes suçludur ve filmin başındaki karanlık atmosfer daha da karamsar bir sonla kapanır. Bu bağlamda Renaissance, her ne kadar bir kara film örneği olsa da hikayenin mutlu sona bağlanmaması ve filmin başındaki karanlık atmosferin sonuna kadar dağılmamasıyla Amerikan animasyonlarından ayrılmaktadır. 

Kaynakça 

Abisel, N. (1995). Popüler Sinema ve Türler. İstanbul: Alan Yayıncılık.

Aristoteles. (2016). Poetika (Ömer Aygün, Ari Çokana, çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

Aydın, O. (2010). Canlandırma Sinemasında Tür Sorunu. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:9 Sayı:17

Badiou, A. (2014). Bir Eşitlik Felsefesi. yersizseyler.wordpress.com.

Badiou, A., & Zizek, S. (2011). Bir İdea Olarak Komünizm.(Ahmet Ergenç, Ebru Kılıç, çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Beccaria, C. (2016). Suçlar ve Cezalar Hakkında (Sami Selçuk, çev.). Ankara: İmge Kitabevi.

Benyahia, S. (2014). Suç (Ahmet Birsen, çev.). İstanbul: Kolektif Kitap.

Ersümer, A. O. (2013). Klasik Anlatı Sineması. İstanbul: Hayalperest Yayınevi.

Gültekin, G. (2019). Popüler Suç Filmlerinin İdeolojisi. Curr Res Soc Sci Dergisi, 143-160.

Kolker, R. P. (2010). Değişen Bakış. (Ertan Yılmaz, çev.) Ankara: De Ki Yayınları.

Kovacs, A. B. (2010). Modernizmi Seyretmek.(Ertan Yılmaz, çev.) Ankara: De Ki Yayınları.

Vogler, C. (2009). YazarınYolculuğu. (Kenan Şahin, çev.) İstanbul: Okuyan Us.

Yuvayapan, E. (2006, 07 03). Sinemada Suç ve Ceza. T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR ENSTİTÜSÜ SİNEMA-TV ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ. İzmir, Türkiye.


BENZER YAZILAR

İlham Veren Bir Hayat Hikayesi: Clouds

Gerçek bir hikayeye dayanan, müzikal ve drama türlerini barındıran bir Disney+ filmi.

Yeşilçam Dizisinin Oyuncuları

BluTV'de yayınlanacak Yeşilçam Dizisinin oyuncuları kimler? Yeşilçam Dizisi oyuncularını yakından tanıyalım.


Paylaş