George Bernard Shaw
20. yüzyılın başlarında aslen mitolojik kökenli bu öyküyü kendi kaleminden tekrar yaratan George Bernard Shaw, 26 temmuz 1856 yılında İrlanda'da gözlerini açtı. Döneminin alt ve üst tabaka sınıf ayrımını cesurca altmıştan fazla oyununda ele alan başarılı oyun yazarı, 1925 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmesinin ardından, kariyerini Pygmalion oyunuyla 1938 yılında kazandığı Oscar ödülü ile taçlandırır. Yazar aynı zamanda bu iki ödülü almış ilk kişi olma ünvanına sahiptir. Erken yaşlarında ekonomik sıkıntılar çekmişse de, annesinin öncülüğünde İrlanda Ulusal Galerisi'ne kendi çapında düzenli geziler yaptı. Londraya taşındığında British Museum'daki okuma odasında ilk roman çalışmalarının da temelini attı.
Müzikalden son derece nefret eden Shaw, 1912 senesinde ortaya çıkardığı Pygmalion dahil hiç bir eserinin müzikalleştirilmemesini şart koştu. Mizahi yollarla sahnede politik, ekonomik ve ahlaki değerleri eleştirirken, aynı zamanda sosyalist ve feminist duruşuyla da Londra'da büyük ses getirmiştir. 94. yaşının sonlarında yaşadığı talihsiz bir kaza sonucu 1950 yılında yaşamına veda eden Shaw, vefatına dek resmi eğitime karşı çıkmıştır.
"Nobel Ödülü'nün parası, kıyıya çoktan güvencede ulaşmış bir yüzücüye fırlatılmış can yeleği gibidir."
"Pygmalion" Aslında Kim ve Nasıl Ortaya Çıktı?
İsim olarak Pygmalion, orijinalinde mitolojik bir anlatı şiiri olan Ovid'in Metamorphoses kitabında geçer. Kral olduğu da söylenen Kıbrıslı bir heykeltıraş olan Pygmalion, Ovid'in sözlerine göre kötü ithamlarda bulunarak belirttiği kendi zamanının kadınlarına ilgi duymamaktadır. Onun için öteki kadınlar sıradandır ve o ölene dek yalnız kalma ihtimaline rağmen eşsiz kadını aramaktadır.
Bir gün çok itina göstererek fildişinden yaptığı özel heykeline kendini öylesine kaptırır, öylesine büyülenir ki; nesnelerin ötesinde, büyük bir sevgi besler ona. Kendi elleri ile yaptığı heykele körkütük aşık olmuştur. Bu cansız heykel ona o kadar gerçekçi gözükür ki gerçeğe dönüşmesi için tek çaresinin Afrodit'in festival gününde ona adaklar adamak ve tıpkı fildişi heykeli gibi eşsiz bir kadın dilemek olduğunu düşünür. Ürkek ama bir o kadar da arzulu biçimde Afrodit'in altarına çeşitli adaklar adayan Pygmalion, evine geri döndüğünde kendini güzeller güzeli heykeli öpmekten alıkoyamaz. Yaptığı bu tuhaf hadise karşısında çok ilginç bir şey gerçekleşir ve hayretler içerisinde kalan adam, heykelinin canlı bir kadına dönüşmesine şahitlik eder. Bazı ozanlar tarafından Galatea adı ile anılan heykelin isminin asıl anlamı deniz perisi olsa da, sonraları Goethe ona Elise ismini takar. Kurduğu imkansız hayalleri gerçekleşen mutlu Pygmalion, Galatea ile evlenir ve bir kızları olur. Mitolojiye göre kızlarının adı (Yunanca) Paphos, yani bugün bilinen Türkçe karşılığıyla Kıbrıs'ta bir liman kenti olan Baf, buradan gelmektedir.
Sahnede Pygmalion & Galatea
George Bernard Shaw'ın kaleminden çıkan aynı isimli modern Pygamalion'ın öyküsü ise mitolojiden oldukça farklı işlense de, okurların hatta izleyenlerin bu oyunun finalinde kendilerine bir ders çıkaramaması olanaksız.
Ana karakter olarak oyunda yer alan Eliza Dolittle, özetle geçimini Londra sokaklarında çiçek satarak sağlayan genç bir kadındır. İlk bakışta pek belli etmese de konuşmaya başladığı andan itibaren Cockney aksanını belirgin şekilde kullanan Eliza, tipik ya da soylu bir İngiliz hanımefendisinin çok uzağındadır. Victoria Dönemi'nin korkunç sınıf ayrımının aslında bir sembolü olan Eliza'nın yolu günün birinde Henry Higgins adındaki fonetik profesörü ile kesişir. Eliza için dönüm noktası sayılabilecek bu karşılaşma esasen Profesör Higgins'in, arkadaşı Albay Pickering ile girdiği, son derece rahatsız olduğu Cockney aksanlı kızı tıpkı Pygmalion gibi zaman içinde değiştirme, tabiren bir hanımefendi haline getirme iddiasıdır.
Bay Higgins'in arkadaşı Albay Pickering'in iddiası sadece bu saygıdeğer profesörün altı ay sonra büyükelçi tarafından verilecek olan sosyete balosuna yalnız katılmaması üzerinedir. Yaşadıkları dönemin şartlarını düşündükçe, Eliza bunun kendisi için tek çıkış yolu olduğunu zanneder ve teklifi anında kabul eder.
Bay Higgins'in şartları Eliza'nin yaşamından oldukça farklıdır ve Eliza alışmakta güçlük çekse de, yaşamının sonuna kadar çiçek satma fikri genç kadının gözünü epey korkutmaktadır. Aradan geçen zorlu altı ay sonucunda beklenen gün gelmiştir. Baştan aşağı bir sosyete mensubu gibi giydirilmiş Eliza, Cockney aksanını da geride bırakmış, Bay Higgins'in cümlesiyle Shakespeare ile aynı dili konuştuğundan artık daha dikkatli olmalıdır. Dil kullanımını ve görgü kurallarını Eliza'ya ilmek ilmek işleyerek öğreten Bay Higgins için bu süreç apayrı bir meziyet olsa da, aralarındaki bağ gözle görülür biçimde değişmiştir. Lakin arkadaşlığın ve eğitmen/öğrenci ilişkisinin ötesindeki bu duygusal bağ, balo günü de sadece ikisi arasında saklı kalır.
Sosyete tarafından oldukça beğenilen Eliza için her şey sanıldığı kadar da yolunda değildir. Kendi iç sesiyle yüzleşen genç kadın, mutlu olmak adına çıktığı bu yolda aslında gizliden gizliye yoksul ama eski özgür günlerine hasret duymaktadır. Ayaklarının üstünde durabilme yetisini kaybettiğini düşünen Eliza ve amacına ulaşmasının haklı gururunu yaşayan Bay Higgins arasında gerilim dolu günler başlar.
Birbirlerine altı ay gibi pek de uzun olmayan bir sürede alışan ikilinin yakın çevre tarafından evlenmesi beklenir iken Bay Higgins aşkını Eliza'ya sözleriyle ifade etse de yazarın dönem kadınları üzerindeki baskıya bir baş kaldırış niyetindeki fikirleri, Eliza'nın Bay Higgins'in vaadettiklerine ve sevgisine rağmen reddetmesiyle sunulur. Çünkü Shaw'a göre geçmişte Galatea aynı saf duyguları Pygmalion'a beslememiş, hatta zorunda kalmıştır. Ve Eliza zaten bulunduğu doğal halinden memnun iken, Bay Higgins kendi ellerinden çıkan Eliza'ya aşıktır. Genç kadın, duygularını açığa çıkaran Bay Higgins'i reddeder ve geri dönmemek üzere Bay Higgins ile yollarını ayırır. Ve perde alışılanın aksine mutlu son ile kapanmaz. Amaç, kadınların hazlihazırda oldukları gibi, objeleştirilmeden özel kabul edilmesinin gerektiği, "üst tabaka" olabilme zaafının boş, anlamsız getirisinin dayattığı standartları ve sıfatları yıkmaktır.
Beyaz Perdede Pygmalion
George Bernard Shaw tarafından yeniden oluşturulan Pygmalion pek çok kez sahnelenmesinin ardından 1938 yılında siyah beyaz biçimde David Lean yönetmenliğinde, İngiltere'de hayata geçirilir. Romantik komedi tarzındaki film, daha önce sahnelenmiş versiyonunun aksine farklı bir son ile seyirciyle buluşur. Tipik Hollywood yapımları gibi mutlu son şeklinde sunulan filmde Eliza ve Bay Higgins ikilisi aşklarına karşılık bulurlar. Eliza karakteri her ne kadar memnuniyetsizliklerini dile getirse de, Bay Higgins'e beslediği duygularını göz ardı edemez. Başrollerini Leslie Howard, Wilfrid Lawson ve Wendy Hiller'in paylaştığı film En İyi Uyarlama Senaryo Akademi ödülünü kazanır.
Büyük ilgi gören yapım sonraları pek çok şekilde uyarlandı. En bilinen örneklerinden bir tanesi olan 1964 yapımlı Broadway müzikali My Fair Lady, başarılı İngiliz oyuncu Audrey Hepburn başrolünde tam 8 Oscar kazandı.
Psikolojide Pygmalion Etkisi ve Pinokyo Örneği
Mitolojik kökenli ismine sadık kalmış bir psikolojik fenomen olan Pygmalion Etkisi veya Rosenthal etkisi, bireyin yüksek beklentilerinin belirli alanlarda gelişmiş performansa yol açması durumudur. Basitçe; düşünülen olgunun üzerine yoğunlaşıldığında bu olgunun gerçekleşmesi bir Pygmalion etkisidir.
Psikolojik literatürde karşımıza çıkan bir başka örnek ise oldukça bilinen masal karakteri Pinokyo'nun öyküsüdür. Yaşlı marangoz Gepetto oldukça yalnız bir adamdır ve sihirli bir odundan yaptığı küçük oğlan çocuğu kuklası, Gepetto'nun gerçekleşmesi dileği üzerine canlı bir çocuk haline gelir.
Bunun yanı sıra yeteneklerimize inanmamız doğrultusunda başarılı ya da başarısız olacağımız inancına da Galatea Etkisi denilmektedir. Bu kişisel beklentileri ve değerleri etkilemek üzerine kurulu fenomenin asıl amacı, bireyin aradığı motivasyonu bulma ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Kaynakça
https://tr.wikipedia.org/wiki/George_Bernard_Shaw
https://www.imdb.com/title/tt0030637/
https://www.wikiart.org/en/antoine-pesne/pygmalion-und-galatea-1747
BENZER YAZILAR
Ruhani Serüven Rehberi Bir Eser: Simyacı
Genç Santiago'nun manevi açlığını giderme hevesindeki edebi yolculuk ve arkasındaki felsefi zihin.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve Edebiyat Hayatı
"Yeni bir adım atmak, yeni bir kelime söylemek, insanların en fazla korktuğudur." Fyodor Mihayloviç Dostoyevski