Paul Éluard'ın "Özgürlük" şiirinin, Zülfü Livaneli'nin "Ey Özgürlük" şarkısına kadar uzanan hikayesi.

Paul Éluard’ın mısralarında hayat bulan, Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ikilisinin çevirisi ile edebiyatımıza kazandırılan, Zülfü Livaneli’nin bestesi ile dillere dolanan, bir dönem mırıldanması dahi sakıncalı görülen ve direnişin sembolü haline gelen bir devrim şarkısıdır "Ey Özgürlük".

Yıllar evvel kitlelere ve insanlığa en önemli değerini, özgürlüğü anlatan bu eser, insanın en derin ve vazgeçilmez arzusunu konu edindiği için günümüzde dahi görevini sürdürmektedir, gelecekte de şüphesiz sürdürecektir. Peki Paul Éluard nasıl yazmıştır bu şiiri? Nasıl şarkı olmuştur ve dolanmıştır dillere? Gelin, birlikte gezinelim bu özgürlük hikayesinde.

Kısaca Paul Éluard

Asıl adı Eugène Émile Paul Grindel olan Fransız kökenli Paul Éluard, 20. yüzyıla damga vuran, hem aşk hem de devrim şairidir. Hayatı boyunca I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı da dahil olmak üzere savaşlarla boğuşmuş, Almanya’nın Fransa’yı işgaline şahitlik etmiş, direnişlere katılmış, Fransız Komünist Partisi’nde aktif rol almış, kısacası hayatı boyunca cephede, siyasi partilerde, meydanlarda ve hatta edebiyatta bir direnişçi olarak boy göstermiştir. Tek bir amacı vardır Éluard’ın, vatanına bağlı her insan gibi, ülkesini korumak. Özgürlük ve barış için yapamayacağı fedakarlık, vazgeçemeyeceği insan yoktur.

Bütün bu savaşlar ve çatışmalarla geçen hayatına rağmen, orijinal adıyla "La Libérte" yani "Özgürlük" (ya da ilk çevirideki hali ile "Hürriyet") şiirinin hikayesinin, direnişe destek amacı taşıdığı düşünülse de, işin aslı düşünüldüğünden çok farklıdır aslında. Zira bu şiir, özünde bir aşk şiiridir.

"Özgürlük" Şiirinin Hikayesi

Bir kadına aşık olmuştur Éluard; ismi Gala'dır. Bu kadınla görüştükçe içi ısınır, her an onu görmek, karşısına oturup saatlerce onu seyretmek ister. Onun varlığı, kendi varlığını tamamlıyordur adeta. Günden güne alevlenen aşkı, büyüdükçe büyür, büyür… En sonunda, artık içinde tutamayacağı bir boyuta ulaşır Éluard’ın. Gala’ya olan aşkını, en ufak detayına kadar anlatmak isteyen şair, Gala için bir şiir yazmaya karar verir. Ancak o dönemin şiir kalıpları (Dadaizm ve Sürrealizm), ruhundaki aşkı anlatmak konusunda yetersizdir. O da kendi devrimini yapar ve kalıpları bir kenara bırakır. Kendi aşkının destanı olmasını arzuladığı bu şiirin en sonuna, sevdiği kadının ismini kocaman harflerle yazmaya karar vermiştir, sırf sevdiği kadın ve bu şiiri gören herkes, şiirin kime yazıldığını bilebilsin diye. Özgün bir üsluba ve stile sahip olacaktır bu şiir, eşsiz olacaktır. Okuyanların yüreğine dokunacak, aşıklar bu şiirde kendilerini bulacak, arayanlar aşkla bu şiirde karşılaşacaktır.

Bir gün, Paris’te en sık gittiği kafeye gider. Heyecandan neredeyse kalbini patlatacak olan bu şiir fikrine bir adım atmalıdır artık. Garsondan boş kağıt ister ve taslak niteliği görecek olan ilk dizeleri, aklına gelen her şiir kırıntısını yazmaya başlar. Ancak öyle tek seferde aradan çıkacak kadar basit bir iş değildir bu, çünkü yazdığı kendisidir, kendi hisleridir ve sevdiği kadınadır bu dizeler. İnce elemeli ve sık dokumalı, en ufak bir duygu tanesinin dahi hakkına girmemelidir. Böylece günler günleri kovalar. Hem kendi evinde hem de o kafede; durmadan çalışır bu şiirin üzerinde. Kelimelerin yerlerini değiştirir, kelimeleri siler, kelimeleri karalar… Bazen sayısız sayfayı tek seferde buruşturup kenara atar. Kusursuzluğa ulaşmak zorundadır, yılmadan yazar.

Aradan geçen zaman sonrası, şiir neredeyse bitmek üzeredir. Tamı tamına yirmi dörtlükten oluşmaktadır şiiri. Hayal ettiği gibi, destan niteliğindedir. Son birkaç düzeltme ve sevdiği kadının ismiyle birlikte son bulacaktır şiiri. Ancak tam da bütün emeklerinin sonuçlanacağı günlerde Almanlar Fransa’yı işgal eder. II. Dünya Savaşı yaşanmaktadır ve her yer karmakarışıktır. Şiiri bitirmekte kararlıdır Éluard, gereken bütün eklemeleri ve düzenlemeleri tamamlar. Sadece sevdiği kadının ismini eklemek kalmıştır. Kalmıştır kalmasına da, en sevdiği kafeye gidemez, orada kahvesini içemez, sevdiği kadını düşleyemez bir haldedir çünkü her yerde Naziler vardır. Sıkı yönetim ilan edilmiş, sokağa çıkmak şöyle dursun, pencereden dışarıya bakmak bile lüks hale gelmiştir. İnsanlar, çocuklar, kadınlar… Her gün masumlar ölmektedir. Savaş, tüm vahşiliği ile sokaklarda kol gezmektedir.

Evindeki pencereden bütün bunlara şahitlik eder Éluard. Bir tarafta o çok sevdiği aşkı vardır, diğer tarafta gözlerinin önünde kayıp giden ülkesi… O şiiri tamamlaması şarttır. İhanet etmemelidir onca emeğe. Ancak sevdiğini düşünmek bile söndürmüyordur içinde yanan ateşi, hayatının aşkının hayali bile rahatlatamıyordur ruhunu. Emeklerini taçlandırmak üzere masasına oturur defalarca, bir şeyler yapmalı ve bitirmelidir bu şiiri. Sevdiğinin ismini eklemelidir bu mısraların sonuna.

Düzeltmeleri yapar, son kez bir göz atar, o eşsiz ve asla vazgeçemeyeceği büyük aşkının ismini kocaman harflerle yazar şiirinin sonuna: ÖZGÜRLÜK.

Éluard, bu şiiri gizlice yayımlayıp dağıtımını yaptığı şiir kitabına ekler. Onun için bir devrim şairidir demiştik, ona bu lakabı veren şiirlerindeki direnç unsurudur. O kadar ki şiirleri, II. Dünya Savaşı esnasında bir uçak aracılığıyla cephelere saçılmıştır. Adeta bir moral, bir destek hatta bir amaçtır onun şiirleri. Direnişin besin kaynağıdır.

Sonrasında birçok sanatçı tarafından bestelenen bu şiir, çeşitli dillerde ve çeşitli melodilerle karşımıza çıkar. Aşağıdaki şarkı, Fransa kaynaklı olup en çok dinlenen versiyonudur. Ancak dillere dolanan, hatta bestesi ile başarılara imza atan versiyonu, Zülfü Livaneli imzalıdır.

Bir Devrim Şiirinden, Yasaklara Gebe Bir Şarkıya

Gelelim bu büyük şiirin ülkemizdeki serüvenine. "Özgürlük" şiiri, ilk olarak Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli Kanık ikilisinin çevirisi ile girer edebiyatımıza. Başlarda bu iki büyük edebiyatçımızın uygun gördüğü isimle “Hürriyet” başlığı kullanılır.

Zülfü Livaneli ise bu şiiri besteleyerek, 1983 çıkış tarihli “Ada” isimli albümünde “Özgürlük” adıyla yer verir bu şarkısına. Sonraları bu şarkı milyonların diline dolanacak, konserlerde en çok beklenen şarkı olacak, hatta yasaklarda dahi gizlice mırıldanılmaya devam edecektir.

Peki müzisyen, senarist, politikacı, yönetmen ve yazar unvanlarının sahibi olan Zülfü Livaneli, neden “Özgürlük” şiirini seçmiştir? Bu konuda belgelerle konuşmak pek mümkün değil. Ancak şarkının çıkış tarihine ve o tarihin öncesinde yaşanan olaylara ufak bir göz atacak olursak, cevabı bulmak o kadar da zor olmayacaktır. Şarkı, sağ-sol çatışmaları ile kardeşin kardeşi katlettiği, fikirlerin insanın hayatına mal olduğu, dostluğun ve birliğin mumla arandığı yıllar sonrası, 12 Eylül Darbesi ile son bulan ancak ölümlerin hala devam ettiği, darbe yönetimi ile başlayan yasakların ülkeye hakim olduğu dönemlerde çıkmıştır. Sonraları ise “Özgürlük” şarkısı da dahil, Zülfü Livaneli’nin bütün şarkıları yasaklanmıştır. Yasaklar bununla da kalmamıştır elbet, o yıllarda Livaneli gibi birçok sanatçımız, edebiyatçımız, gazetecimiz ya kaybolmuş ya da yurt dışına sürülmüş/kaçmak zorunda kalmıştır. Memleket hasreti, sanat camiasında oldukça yaygın bir duygu halini almıştır.

TRT’nin tek kanal olduğu o darbe yönetimi günlerinde Zülfü Livaneli şarkıları TRT’de çalınmaz olmuş, onun bu kaderine birçok meslektaşı da eşlik etmiştir. Yalnızca yılbaşı geceleri, yasaklı olan sanatçıların TRT ekranlarında boy göstermesine izin verilmiş; yasaklar, halkın takip edemeyeceği bir hızda ve akla gelen ya da gelmeyen birçok alanda hayatı felç edecek hale gelmiştir.

Kim bilir, belki de Zülfü Livaneli daha şarkıyı bestelerken tahmin ediyordur başına gelecekleri? Belki de, özgürlük fikrinin dahi insanın hayatına mal olduğu (o dönemde birçok vatandaşımız kaybolmuş ve geri dönmemiştir) yıllarda, ÖZGÜRLÜK şarkısı söylemekten korkmamıştır ve bile bile lades demiştir?

Şarkının neden yasaklandığına gelince, çoğu yasağın elle tutulur bir sebebinin ya da dayanağının olmadığı bir dönemden söz ediyoruz. Yine de tahminde bulunacak olursak, sanatın gücünden korktuklarını söyleyebiliriz. Çünkü, hepimizin bildiği gibi, sanatın kitleleri harekete geçirmek gibi bir büyüsü vardır. Onların korkusu ise, kitlelerin içindeki, sanat aracılığı ile harekete geçirilecek olan özgürlük, barış, birlik, beraberlik gibi duyguların bir tür direnişe yol açması, bu nedenle de yıllar boyu hazırlığını yaptıkları darbe ortamının ve tıkır tıkır işleyen planlarının boşa gitmesi ihtimalidir.

Kısacası...

Şarkılar, şiirler, resimler… Kısacası sanat. Sanat değil midir duyguları açığa çıkaran? Sanat değil midir insanı düşünebilen bir robottan ayrı kılan? Ve yine sanatın duyguları özgürleştirmesinden değil midir zalimlerin sanatı engelleme çabaları? Çünkü düşünceler ancak duyguların eşliği ile güçlenir, yayılır ve kitleleri harekete geçirir. Tarih boyu bu sebeple önüne taşlar koyulmuştur sanatın. Orta çağ döneminde de insanların uyumasını isteyenler vardı, bugün ve yarınlarda da olacak. Bizi birbirimize düşürmek isteyenler, kötüler, her zaman aramızda dolaşacak. Onlarla savaşmanın en güçlü yolu ise daima kalemden, bilgiden, müzikten geçecek. Ve karanlıkları yalnızca bilgi, sevgi ve barış aydınlatacak. Şiir dolu bu yazımıza, Nazım Hikmet’in şu dizeleri ile son vermek, sanırız ki en doğrusu olacak:

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine,
bu hasret bizim…

Nazım Hikmet Ran

Kaynaklar

http://www.livaneli.gen.tr/livaneli-besteleri/https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/hikmet-altinkaynak/ey-ozgurluk-10101https://www.insanokur.org/paul-eluardin-hayati-senin-icin-dogmusum-seni-haykirmaya-ozgurluk/https://www.gazetebilkent.com/ozgurluk/https://www.turkedebiyati.org/paul-eluard-kimdir-hayati-eserleri-edebi-kisiligi/https://tr.wikipedia.org/wiki/Paul_%C3%89luardhttps://www.milliyet.com.tr/siirler/davet-nazim-hikmet-ran-6400312https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_sa%C4%9F-sol_%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1https://www.youtube.com/watch?v=SzYweUQfxIQ&ab_channel=60Saniye1Hikayehttps://tr.wikipedia.org/wiki/12_Eyl%C3%BCl_Darbesihttps://tr.wikipedia.org/wiki/Z%C3%BClf%C3%BC_Livanelihttps://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/12/25/yassah-hemserimhttps://www.poetica.fr/poeme-279/liberte-paul-eluard/https://www.youtube.com/watch?v=Zi48GVGjraY


BENZER YAZILAR

Kitap Önerisi: Körlük

Adı bilinmeyen bir ülkenin insanları bir anda sebepsizce kör olmaya başlar. Körlük, bir salgın hastalık gibi ülkenin yarısından fazlasına yayılır. ⁠

Fransız Yazar ve Filozof: Albert Camus

Varoluşçuluk ve Absürdizm akımının öncülerinden kabul edilen Nobel Edebiyat Ödüllü Fransız yazar Albert Camus’un hayatı, ünlü eserleri ve trafik kazası ile gerçekleşen ölümü.


Paylaş