Yürüyüş çoğumuz için bir işe/okula ulaşım biçimi, markete veya alışverişe giderken hiç üzerinde düşünülmeden yapılan bir eylem veya çalışmaktan çok bunaldığımızda nefes almamıza yarayan bir kaçıştır. Yürümenin bedenimiz üzerindeki etkileri ve sağlığa yararları artık herkes tarafından bilinse de, düşünsel süreçlere ve fikir üretimine etkisinin üzerinde o kadar da durulmamıştır. Oysa tarih boyunca pek çok yazar/filozof, yürümeyi hayatının vazgeçilmez bir unsuru hâline getirmiş ve önemli fikirlerini, hatta eserlerini yaptığı uzun yürüyüşler sırasında yaratmıştır. Yazımızda bu yazarları ve yürümenin hayatlarındaki önemli yerini işleyeceğiz.
Nietzsche
Friedrich Nietzcsche “Mümkün mertebe az oturmalı. Açık havada yürürken doğmayan, şenliğine kasların da katılmadığı hiçbir düşünceye güvenmemeli.” diyecek kadar sıkı bir yürüyüşçüydü.
Ders verdiği üniversiteden sağlık sebepleriyle ayrılıp doğaya yakın ve mütevazi bir hayat yaşamaya başlamasından sonra efsanevi bir yürüyüşçüye dönüşür. Başkaları nasıl çalışmak için masanın başına, kitaplarına gömülüyorsa o da aynı şekilde kendini yollara vurur, çalışmak için yürümek zorundadır. Aralarında “Tan Kızıllığı”, “Ahlakın Soy Kütüğü Üzerine”, “Şen Bilim”, “İyinin ve Kötünün Ötesinde” ve “Böyle Söyledi Zerdüşt”ün de bulunduğu en önemli eserlerini bu uzun yürüyüşleri sırasında yazar.
Nietzsche; kasabaların patikalarında, köy yollarında, yüksek vadilere çıkan yollarda, ormanlarda yaptığı günde 8-10 saati bulan yürüyüşleri sırasında hayal kurar, keşfeder, kendinden geçer ve o büyük fikirleri bu yürüyüşler sırasında aklına gelir. Bir mektubunda şöyle yazmıştır: “Önceki gün uzun yürüyüşlerim sırasında çok ağladım, ama öyle içli gözyaşları değil, salına salına şarkılar söyleyerek sevinç gözyaşları döktüm, bugünün insanları karşısındaki ayrıcalığımı gösteren yeni bir bakış kazandım.”
Jean Jacques Rousseau
Rousseau aslında 40 yaşlarına kadar yürümek yerine arabayla seyahat etmeyi tercih ederdi, kendi deyimiyle vazifeleri ve şan ve şöhreti yüzünden beyefendilik yapmaya mecbur bırakılmıştı. Ancak 40 yaş onun için bir nevi kırılma noktası olur, ansızın kültürlü ve sosyetik çevreleri terk etmeye, onu artık heyecanlandırmayan başarılar peşinde koşmamaya karar verir. Artık tek isteği Paris’i terk etmek, gürültü patırtıdan uzak kalmak ve yürümektir. İtiraflarına şöyle yazar: “Ben keyfimce yürümeyi, canım istediğinde de durmayı severim. Bana seyyar bir yaşam gerek.”
Sabahları evden erken saatlerde çıkıp Saint-Germain ya da Bois de Bologne ormanlarına yaptığı yalnız yürüyüşlerde anlık zevkler barındırmayan, sakin huzuru ve mutluluğu yakalar. Gün boyu süren yürüyüşlerinde kültürle, eğitimle, sanatla bozulmamış insanı, toplumdan önceki o ilkel insanı içinde bulmaya çalışır. Başarılı da olur: “Günün geri kalanını ormanda geçiriyor, ilk çağların resmini arayıp buluyor ve öyküsünü cesurca karalıyordum." Rousseau, ağaçların ve hayvanların yalınlığını gözlemledikçe, insanın yarattığı insanla doğal insan arasındaki çelişki daha da görünür hale gelir, böylece ilk insanı yeniden keşfetmeye başlar.
Kant
Nietzsche ve Rousseau’nun doğadaki uzun ve coşkulu yürüyüşlerinin aksine, Kant’ın yürüyüşleri doğduğu yer olan Königsberg sınırlarının dışına çıkmazdı, yürüyüş onun günlük rutininin bir parçasıydı ve daha ziyade beden sağlığı için yapılırdı. Kant, tam bir düzenlilik örneğiydi, o kadar ki ona “Königsberg Saati” lakabını takmışlardı.
Yürüyüş zamanı da hiç değişmez, hava güzel de olsa kötü de olsa öğleden sonra saat 5’te evden çıkacağını herkes bilirdi. Hatta yürüyüş rotasını da hiç değiştirmediği için yürüdüğü yol daha sonra “Filozofun Yolu” olarak anılmıştır. Kant’ın güzergahını sadece 2 defa değiştirdiği söylenir: Birinde Rousseau’nun Émile’ini edinmek, diğerinde de Fransız Devrimi ilan edilince yayılan haberleri öğrenmek için.
Gandhi
Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi ve ruhani lideri olan Gandhi, bağımsızlık için verdiği mücadelede sivil itaatsizlik yöntemini benimser; şiddeti reddeder, fiziksel güce ruhun gücüyle karşılık verilmesini savunur. Bu nedenle Gandhi’nin kişisel hayatında ve ona inananlarla beraber verdiği bağımsızlık mücadelesinde yürüyüş her zaman özel bir öneme sahiptir. Yürümek öfkeyi söküp alır, insanı yatıştırır ve sakin bir kararlılık kazandırır.
Gandhi, 1930 yılında, İngilizlerin tuz toplama işindeki tekeline karşı “Tuz Yürüyüşü”nü düzenler. Denizin insanlara bir armağanı olan tuzu kişisel kullanım için bile denizden çıkarmaya izin vermeyen İngilizlere başkaldırmak için sayıları 80’i bulmayan talebeleriyle Jalapur yakınlarındaki Dandi tuz yataklarına kadar yürümeye karar verir.
Yürüyüş 44 gün sürer, Gandhi ve talebeler 390 kilometreden fazla yol yürür, denize vardıklarında ise artık 80 kişi değil, birkaç bin kişi olmuşlardır. Yolculuk boyunca her sabah Gandhi ve öğrencileri 6’da kalkar, meditasyon yapar, ellerine değneklerini alıp yola düşerler. Yol üstündeki köylerde büyük bir coşkuyla karşılanırlar, Gandhi sakin bir dille bu insanları İmparatorluk ile iş birliğini bırakmaya ve her türlü tahrik eylemine karşılık vermemeye davet eder. Böylece Gandhi ile yürüyüş salt fiziksel aktivite amacından uzaklaşır, insanlarla gündelik yaşamları üzerinden bir temas kurma ve böylece onları anlama işlevini üstlenir.
Çoğu zaman üzerinde bir saniye bile düşünmeden gerçekleştirdiğimiz yürüme eylemi aslında tarih boyunca düşünce dünyasını derinden etkilemiştir. Nietzsche, Kant, Rousseau ve Gandhi, bacaklarını felsefenin ve düşünce dünyasının hizmetine sunan düşünürlerden sadece birkaçıdır.
Yazılı Kaynak
Yürümenin Felsefesi- Frédéric Gros
Görsel Kaynaklar
BENZER YAZILAR
Cesur Yeni Dünya: Konusu
İngiliz yazar Aldous Huxley'in 1931 yılında yazdığı Cesur Yeni Dünya, bizi “Ford'dan sonra 632 yılına” götürüyor. Yani Ford ve seri üretim milat kabul ediliyor. Bu tarihe göre de kitabın dönemi 26. yüzyıla karşılık geliyor.
Üç Büyük Edebiyat Akımı: Klasisizm, Romantizm ve Realizm
Edebiyatın şekillenmesinde etkili üç büyük akım klasisizm, romantizm ve realizm akımları nasıl ortaya çıktı, bu akımların konusu ve dili nasıl, temsilcileri kim, ülkemizde nasıl gelişti?