‘’Carpe diem!'' '' Vakit varken tomurcukları topla..’'  Yaşamın güzelliği ve geçiciliği üzerine bir gençlik filmi.

1989 yapımı bu Hollywood filminin başrollünü Robin Williams oynuyor tıpkı neredeyse diğer bütün hayat dolu filmlerde de oynadığı gibi. Filmin yönetmenliğini Peter Weir üstleniyor, senaryoyu ise Tom Schulman üstlenmiş lakin filmimiz bir kitaptan esinlenilerek hayat geçirilmiş bir yapım. Ethan Hawke, Robert Leonard, Josh Charles gibi birçok ünlü isimin de çıkış noktası olan bu film bir gençlik draması. Bu gençlik filmi En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü alırken aynı zamanda, BAFTA, Cesar, David di Donatello gibi akademik mecralarda ise En İyi Film Ödülü’nü kazandı. Bu akademideki başarıların, gişedeki başarılarının yanı sıra toplumda da ses getiridiğini IMDb’de 8.1 alırken Rotten Tomatoes’ta %92 almasından anlayabiliriz.

Ölü Ozanlar Derneği Fragmanı

"Ölü Ozanlar" Kimler?

Ölü Ozanlar, Bay Keating’in de tabiri ile "Hayatın iliğini emmenlerdir". Peki bu ne demek? Bu demek ki hayatı dolu dolu yaşayanlar. Aynı zamanda bu hayatı "sade" yaşamayı da ima ediyor. Hayatı onun farkında vararak yaşamak yani her anın ve herkesin geçici ve özel olduğunu fark ederek yaşamak. Hayallerimizin ve tutkularımızın bize özel olduğunu, bunların geçici hayatın en güzel şeyleri, bu hayatın tohumları olduğunu bize hatırlatmak istiyor bu film. Hayallerin peşinden koşmanın romantizmi ve hayalperestliği arasında bir çizgide uzunca tartışmalara göreceğiz bu filmde. Ölü Ozanlar'ın aslında gerçeklikle bir dertleri yok, sadece gerçekliğin siyah-beyaz tatsız bir film karesinden ibaret olmadığını bu dünyanın rengarenk ve umut olduğunu biliyorlar. "Henüz Vakit Varken Gülüm’’ şiirini bilir misiniz? Aslında bu filme, Ölü Ozanlar'ın mottosuna ne kadar da uygun! Henüz vakit varken tomurcukları toplayın veya henüz vakit varken rıhtımda sevdiğinizi öpün ama bunu hanüz vakit varken yapın çünkü hayat bitiyor. Filmin başından sonuna "Anı Yaşa’’ sloganı ile gezen Ölü Ozanlar aslında anı yaşarken bir sonraki anın umudunu da içlerinde barındırıyor. Tıpkı filmde de Bay Keating’in söylediği gibi:

"Dikkat edilmesi gereken ve cesaretli olunması gereken zaman vardır ve mantıklı bir kişi hangisi olduğunu bilir.".

Yani Ölü Ozanlar bir avuç hayalperest, aptal değil ama bu mutluluktan uzak ve ona karşı kayıtsız olan bu sistemde romantizme, aşka ve güzelliğe önem vermek sadece aptallık olarak görülebiliyor. Hele bir hayaliniz varsa o zaman sizin gerçeklerle alakanız olamaz. Hayallerin gerçek olabileceği ama olması da gerekmediği, sadece hayal kurmanın başlı başına çok güzel bir şey olduğu hayata biraz tuz kattığı bilen ve bu bildiklerini sindirip hayatına uygulayanlar, Ölü Ozanlar.

Müthiş bir sahne bırakıyoruz size.

Yani Ölü Ozanlar fütursuzca yaşamayı değil, biraz delice ama aynı zamanda akıllıca da şevk ile yaşamayı salık veriyorlar bize. Yemek yemekten zevk al ama aşırıya kaçıp kendini hasta etme, hayattan zevk al ama hayattaki amacın sadece zevk olamaz. Nasıl mutluluğu ve sevinci normal görüp karşılayabiliyorsan acıyı, kederi hatta elemi de aynı şekilde karşıla. Hayatı üzülsek de sevinsek de dolu dolu yaşamayı becerebilen kişiler Ölü Ozanlar'dır.

"Hayatın iliğini emmek, kemiği boğazına kaçırmak değildir.".

Aslında isimleri biraz enteresan, değil mi? Kime göre neye göre burası tartışılır lakin Ölü Ozanlar bir yandan öldüklerinin yani geçiciliklerinin altını çiziyorlar bir yandan da hikaye anlatıcılıklarının, şairliklerinin, romantizmlerinin yani hayatın geçiciliğinin ve güzelliğinin aslında sadece bir lakap ile de derince altını çiziyor, tıpkı bir şair gibi. Ölü Ozanlar, siz veya biz veya yoldan geçen herhangi birisi olabilir. Gözünüze mücadele ruhunun, hayat enerjisinin ışığı vursun yeter.

Şiir ve Edebiyat

Filmde özellikle şiirin ve edebiyatın okulda bir ders gibi gösterilmesine bir eleştiri var. Edebiyat ve romantizm hayatın bir eğlencesidir, tadıdır ve özellikle bunlar bizi insan yapan şeylerdir. Bunlar mühendislik değildir, matematiksel bir değer ölçme sistemi yoktur oysa bize öyle bir öğretilir ki bunlar bin bir değer ölçeğinden geçen sıkıcı şeylerden başka bir şey olamazlar gözümüzde. Tam da bu konuyu eleştiren harika bir sahnemiz var. Yine Bay Keating, romantizmi ve şiiri çocukların gözündeki idam sehpasından alıyor.

Gençlik ve Geçicilik

Böyle güzel bir konu için en uygun temalardan biri gençlik filmi olsa gerek sanıyoruz. Geçiçi hayatın en coşkulu ve eğlenceli kısmı gençlik. Tam olarak gençlikteyken insan tutkularının farkına varmaya başlıyor, sıradanlığa otoriteye baş kaldırmaya başlıyor zira en fazla da burada zincire vurulmaya çalışılıyor. Filmimizde bir sürü genç adam göreceğiz, sorgulaması ve kendi adına düşünmesi istenmeyen bir sürü genç adam. Bu baskılamayı da bu genç adamların kendi adına düşünme kabiliyetinden yoksun olduğunu iddia ederek haklı çıkartmaya çalışan ‘’aklı başında’’ bir avuç adam göreceğiz. Gençliğin en coşkulu çağlarında geleceğin zincirine vurulmaya çalışılan, üstüne bir avuç şansını kaybetmiş umutsuz insanın yük bindirildiği bir gençlik göreceğiz. En şaşırtıcı kısmı da bütün bunlara rağmen gençliğin mücadelesi ve tutkusuna sarılması olacak. Bazı tutku dolu gençlerin güzel bir gül gibi solduklarını göreceğiz tıpkı gerçek yaşamda da olduğu gibi. Bir tohumun açması için biraz su biraz güneş biraz da alan lazım bunlar yokken de açan mücizevi çiçekler var elbet ama milyonda bir olduklarını hepimiz biliyoruz. Bu sebepten elinden tutkuları, hayalleri ellerinden alınan gençlerin solduklarına şahit olacağız. Bunların hepsine bir kalp burukluğu ve farkındalık ile bakan bir Ölü Ozana da şahit olacağız lakin şahit olamayacağımız şey birilerinin çocukların asıl solma sebeplerine bakması olacaktır. Gençlik şevk ile bu hayatı yaşamayı nasıl beceriyor, bazen dönüp baktığımızda biz de anlam veremiyor olabiliriz.

Bir yerde kendini bulma arzusu ve bir yerde farklılıktan korkan "sıradanlığa’’ ve "aynılığa’’ inanan ve buna zorlayan bir sistem... Bu sistem bazen okul, bazen ebeveyn, bazen hayat kaygısı hatta çok yakından bildiğimiz ekonomi ve imkansızlıklar olabilyor. Kendin olmanın para etmeyeceğine gönülden inandırılıyoruz ve kimler tarafından? Kendi olmaya bir gün cesaret edemeyen insanlar tarafından. Birçoğumuz ya okuyoruz ya da çalışıyoruz. Gerçekten bölümümüzü veya işimizi seviyor muyuz? Mecbur mu kaldık? Ailesi Hukuk oku dedi, o ise müzisyen olmak istiyor. Peki ne olacak? Kolay mı sana ömrünü adamış insanların duygusal baskısına boyun eğmemek? Belki de hayallerimizin peşinden gidip daha zor bir yaşam yaşamayı sevmediğimiz işlerde çalışıp zengin olmaya yeğlerdik, kim bilir?

"Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben hep daha az kullanılanı seçtim. Bu hayatımdaki tüm farkı yarattı."

Karakterlerimiz de bu sorgular ve düşünceler içinde gidip geliyor. Bazıları çok yetenekli ama çok korkak, bazıları daha cesur ve sebredecek kadar direnci var ama bazıları bu baskının oluşturduğu karanlık odada ışığı göremiyor lakin hikayeye baktığımızda hepsinde bir ‘’gençlik’’ tutkusu ve heyecanı var. Hayatı planlı yaşasak da plansız yaşasak da bitiyor, gençlik bir daha gelmiyor ve biz belki de gençliğimizi hayallerimize harcamak istiyoruz. Bir nesil önceki insanların hayatlarının travmalarına veya onların düşüncelerine değil.

"Millet, kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. Çünkü ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar zor olur. Thereau demiştir ki, "Çoğu insan hayatını büyük bir çaresizlik içerisinde geçirir." Siz böyle olmayın! Bırakın bunu!".

Ve tıpkı bizim çevresel sindirilmiş, göz ardı edilmiş yetenekli baş kahramanlarımızdan biri olan Todd gibi korkmayın! 

"İçimdeki barbarca çığlığı dünyanın çatısından haykırıyorum.".

Henüz vakit varken hayal kurun!

"Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir."

İnsan sadece hayallerinde özgürdür diyor Bay Keating. Hayal kurmak belki de en zevkli aktivitelerden biridir. Öğrencilerine itina ile farklı olmaları, hayal kurmaları için aykırı aktiviteler yaptırıyor mesela bir gün masanın üzerine çıkıyor ve diyor ki

-Neden buraya çıktım?

-Sıraya çıktım çünkü her şeye farkı bir açıdan bakmayı anımsamak istiyorum. Dünya buradan farklı görünüyor. Bana inanıyor musunuz? Gelip kendiniz bakın.

‘’Bir şeyi bildiğinizi sandığınız zaman ona başka açıdan bakın, ne kadar aptal gözükse de.’’

‘’Sadece yazarın ne dediğine bakmayın kendi düşüncenizi değerlendirin. Kendi sesinizi bulmaya çalışın!’’

Bay Keating hayallerden, tutkudan motive olmanın ne kadar güçlü olduğunu bütün bir film boyunca çocuklara öğretmeye çalışıyor. Hayal kurmalarını sağlamak için dillerini iyileştirmek gerektiğinden, çok kötü demek yerine bedbaht demek gerektiğinden bahsediyor mesela. Tam da ‘’My Captain’’ dedirtirken çocuklara aslında anlatmak istediği gibi onlara yol göstermek istiyor asla ne yapacaklarını söylemek değil. Sadece onlarla kurmak istediği sözcüksel iletişimden bile öğrencilere, genç beyinlere ve hayallere, tutkuya ne kadar inandığını görmek mümkün. Hayal kurun ve bunda adım atın diyor film, Bay Keating. Çevresel bastırılmışlık ile mücadelesinden dolayı hayallerinden korkan çocuklara sadece hayal kurmalarını söylemiyor aynı zamanda onlara cesaret veriyor, onlara yol gösteriyor ve bunları onları korkutmadan yapıyor.

‘’İnanın ya da inanmayın hepimiz solucan yemiyiz, hayatlarını olağanüstü kılın.’’

Bu sonlu dünyada en güzel yol kendi seçtiğimiz yoldur, farklı olabilir. Çoğu zaman ürkütücü, daha zor, tavsiye edilmeyen ve yalnız olabilir ama filmde de dediği gibi:

"Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben hep daha az kullanılanı seçtim. Bu hayatımdaki tüm farkı yarattı."

Dünyayı değiştiren herkes aykırıydı, zaten sıradan insanların hayatları olağanüstü olmaz. Bugün bütün fark yaratanlar, bütün şairler aykırı insanlardı. Aykırı olmaktan ve hayal kurmaktan korkmayın diyor bize bu film.

Ve Harika Parçalar,


BENZER YAZILAR

Masumiyet: Bir Filmi Okumak

Hayata tutunmak için aşkı seçen veya aşkın kader olduğuna inananların hikâyesi: Masumiyet

The Crow

Ardından üç devam filmi çekilmiş olan The Crow ve trajik ölümü ile anılan Brandon Lee.


Paylaş