Müzikal ve gerçekçiliğin unutulmaz bir yorumu.

Cherbourg Şemsiyeleri, 1964 Fransa-Almanya yapımı bu Aşk, Müzikal filminin yönetmenliğini ve senaristliğini Jacques Demy yaparken başrolleri Catherine Deneuve ve Micheal Legrand paylaşıyor. Film eski Fransız sokakları, romantik mimarisiyle görsel bir şölen sunarken aynı zamanda baştan sona müzikal olması ile de işitsel bir şölen sunuyor.  Altın Küre'de ve Oscar'da adaylıkları bulunan filmin IMDb puanı 7.8 iken Rotten Tomatoes’taki puanı da yüz üzerinden 87. Kısacası filmimiz hem akademik anlamda hem de seyirciyi kazanma anlamında başarısını kanıtlamış bir film.

Fragman

Aşık Gözünden

Filmin başlarında tatlı küçük bir romantizm görüyoruz, ailelerden kaçarak buluşan biri 17 ve biri 20 yaşında iki genç için, gençlik aşkı demek doğru olabilir. Gizli gizli kaçamaklar, ailelere söylenen yalanlar, fazlasıyla yapılan heyecanlar, büyük umutlar, aşka olan o sınırsız güven ve büyük heves görüyoruz bu iki aşık arasında aslında iki aptal aşık da diyebiliriz.

Sürekli beraber gezdiklerini ve en ufak boş zamanı bile birbirilerine ayırdıklarını görüyoruz. Bütün bunlar hamilelik sürprizi ile evlilik kararına yol açıyor lakin ne kadar karakterlerimizin aileleri bu durumu onaylamasa da bir gençlik aşkı ve şevki ile karakterlerimiz evlenmeyi düşünüyor. Fakat hayattaki her şeyin plana göre gitmediği gerçeği bir savaş fermanı ile bu aşkı ayırıyor.

Erkek aşığımız yani Bernand savaşa gitmek zorunda kalıyor tabi önce birbirilerini sonsuza dek seveceklerine dair yeminler ediliyor, ağlanıyor ve birbirilerine bekleyecekleri söyleniyor. Geçen zaman ve Genevieve'in hamile oluşu üzerine bir de zengin bir talibin çıkması Genevieve ve annesini farklı bir yola girmeye itiyor ve bir aşk hikayesinin daha sonuna geliyoruz. Sonrası ayrı gayrı bir şekilde biraz birbirini düşünerek biraz hayata devam etmeye çalışarak sürüyor ve her aşk gibi bu da bitiyor.

Bir de Gözlüklerimizi Çıkarıp 

Sonra dönüp tekrar bakalım hikayeye, aslında zor bir dönemde olan bir aile, küçük aile diyelim çünkü bu aile henüz babasını kaybetmiş. Cherbourg'da güzel bir dükkanları var anne ve kızın. Tabi kızımız,17 yaşında bir ergen, genç ya da çocuk nasıl söylemek isterseniz. Anne tek başına kızını da üzmeden bu zor dönemlerde (Cezayir ve Fransa savaşı dönemi) dükkanı ve kendilerini geçindirmeye çalışıyor lakin kızımız henüz yaşının da verdiği bir durum ile farklı hislerde, farklı bir dünyada.

Farkında bile değil belki de eve gelen haciz mektubundaki miktarın, ödememeleri durumunda olabileceklerin. Annesiyle bu durumdaki iletişiminden durumun ciddiyetinin ne kadar kavranmadığını fark ediyoruz. Tabi annemiz elinden geleni yapıp durumu düzeltiyor lakin zamanla kızımızın sevgilisi askere gidip kendisi de hamile haliyle yalnız kalınca annemiz kızımıza farklı bir yol çizmesi gerekebileceğini, sevgilisinin dönmeyebileceğini sürekli ifade etmek durumunda kalıyor. Burada bir gerçeklik var, savaşa giden dönecek diye bir şey yok. Hayat tam olarak da böyle belirsiz, böyle muallak. Sonrasında durumlar düzelince, zengin bir beyefendi kızına talip olunca işler değişiyor. Neden mi? Çünkü hayat şartları denen gerçekle genç kızımız yani Genevieve de tanışıyor.

Yüzünü unutmaya başladığı bir sevgili, batan bir dükkan ve gayet kibar onu seven tabiri caizse hayatını kurtarabilecek servetli bir adam…

Eminiz ki gönlümüzden geçen sonuçlar farklı olacaktı çünkü tıpkı birbirilerine sahte sözler veren aşıkların kendi yalanlarına inanmaları gibi biz de filmin içinde onlara büyük bir tutku ile olmasa dahi çok basitçe inanıyoruz lakin hayat böyle ilerlemiyor. Hanım kızımız, hani aşkından ölen Genevieve, artık diğer adamla evlenmeyi düşünüyor çünkü karnı artık kocaman ve çocukların masrafının çıkması ve yanlarında birinin olması lazım. Umuyoruz ki bu birini bir erkek olarak değil bir güç olarak görebilirsiniz zira aynı servete sahip bir kadın da karakterimiz için ideal olabilirdi. Evleniyor ve gidiyor, işte o kara sevda sandıkları, sürekli bahsettikleri aşkları da sözleri de elbette ki bitiyor tıpkı her şeyin bittiği gibi. Sonrasında Bernard yani bu hikayedeki aşk çocuğu asker dönüyor ama Genevieve'i bulamıyor. Onu arıyor tabi, bekleyeceğine gerçekten inanmış bir vaziyette onu arıyor. Dükkan satılmış herkes biliyor ama kimse ona haber edecek cesareti kendinde bulamamış. Bu yıkımdan sonra onu tedavi edebilecek bir kadınla evlenip hayali olan benzinliği açıyor.

Filmin en gerçekçi ve en çok müzikal olduğunu unutturan noktası da tam burası. Bir gün Genevieve tesadüfen Bernand'ın dükkanına geliyor hem de Bernand’dan olan bebeği ile ama birbirilerine dikkat çekici bir ilgisizlik gösteren eski aşıklardan Genevieve, Bernard’a öz çocuğunu görmek isteyip istemediğini sorunca Bernard'ın kayıtsız verdiği hayır cevabı bize tekrar hayatın nasıl da su gibi aktığını anlatıyor. Lakin filmin çarpıcı tarafı hem klasik müzikal filmler gibi yorucu bir çoşku barındırmayışı hem de bütün bu gerçekçeklik algısını karşıdaki kişiyi yormadan sanki bir dram değil de zaten hayatın bir parçası gibi sunması, ki zaten öyle değil mi? Bütün bunları yaparken müzikalle bu gerçeklik algısını verebilmek sanıyoruz ki yönetmenin ve oyuncuların sıradışı bir yeteneği.

Spoiler Bitişi!

Aşk Neydi?

Aşk sözlük tanımı ile ‘’Bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusu.’’ veya "sevgili’’ olarak geçiyor fakat bu bizim Türkçemizdeki ve Türkiye toplumundaki tanımı, hoş Türkiye’deki tanımları da yöreden yöreye kişiden kişiye değişecektir. Ortak olarak kuvvetli bir his olduğunu ve bilimsel olarak da insanların karar mekanizmasını bozup gereksiz mutlu ettiğini söylemek mümkün.

Aşk edebiyatta uçan kuşlar gibi çok sanatsal, derin ve bir o kadar da sığ. Mesela yazar 1000 sayfalık bir aşk hikayesi anlatır tek okuduğunuz güzel bir kadındır veya biraz daha tutkulu bir kadın. Zaten edebiyata ve sanata dönemsel olarak baktığımız zaman kadının yerinin ne kadar sığ olduğunu ve kadın karakterlerinin bir elin parmakları kadar sayılı ve banal olduğunu görmek mümkün.

Bu kadar abartılıyor olmasının sebebi sanıyoruz ki biraz bilimsel, karar mekanizmasını bozup gereksiz mutlu edince insan da abartıyor haliyle. Tabi medya da abartıyor, edebiyat da ve hatta sektörler de çünkü çok güzel para kazanılan bir şey. Zira aşk nereye çekseniz geliyor, Orta Doğu'da sahiplenmek kıskanmak oluyor. Biraz Asya tarafına gidiyoruz kavuşamamak hatta dokunamamak oluyor. Batı taraflarında daha çok kavuşmak üzerine ilerliyor ama illa bir kavuşamama dönemi olacak tabi onlarda da. Bizim kültürümüzde hepsinden biraz, hedoniyi arttır ve tekrar tekrar aşık et hepsi de biraz hastalıklı olsun.

Bazılarına göre kilotlu çorap satmak için uydurulmuş olan aşk ise herkese ve her duruma göre farklılık gösterebiliyor. Biz hep aşk korunur gibi görüyoruz filmlerde, insanlar asla birbirilerini unutmuyorlar hatta iki çocuklu mutlu insanlara dönüşseler de birbirilerini görünce hemen tekrardan aşık oluyorlar. Sanıyoruz ki gerçek hayatta her aşk hikayesi de böyle. Aşk bu kadar kalıcı olan bir şey de değil. İnsan sadece bir kere de aşık olmuyor. Tabi yönetmenimiz ve senaristimiz de benzer düşünüyor ki ona da bu konu tak etmiş ve artık bunun üzerine bir film yapmak istemiş. Bu aşkın gerçek yüzünü acı veya tatlı göstermeden bir resim gibi anlatabilmek için de oldukça zor bir eylemde bulunup müzikali denemiş.

İnsan Aşktan Sadece Filmlerde Ölür

Aslında bunu çoğumuz duymuşuzdur duymasak da yaşamışızdır. Aşık olmuş sonrasında hayatımıza devam etmişizdir. Zaten bizim başrollerimiz de aynısını yapacak çünkü tam da gerçek hayattan bir karakter olan Genieve’in annesinin de dediği gibi ‘’İnsan aşktan sadece filmlerde ölür.’’

Aşık olmuşsunuzdur ya da olacaksınızdır ama öldürmediğini sadece bir dönem için süründürdüğünü bilmekte fayda var. Bazen duygular fırından yeni çıkmış bir ekmek gibi taze ve sıcakken sanki ölecekmiş gibi hissediyorsunuzdur, belki umutsuz hissediyorsunuzdur ama ayrılık da hayattaki her şey gibi zamanla sadece acı tatlı bir hikayeye dönüşüyor. Tıpkı iyi kötü geçen her dönem gibi bu da bitiyor geriye bazen anılar bile kalmıyor hoş insan gönülden bağlı olduğu anıları biraz zor unutan bir canlı ama…

Tıpkı alacakaranlıkta güneşin doğmasını bekler gibi, doğacağının bilirsiniz ama gökyüzünün bundan haberi yok gibidir. İnsan bilinciyle aşkın biteceğini hissedebiliyor lakin hisleriyle bunu her zaman hissedemiyor maalesef ki.

Filmimiz bu bilincimizin olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor aynı zamanda biraz da bu edebiyatlaştırmak ve sermayaye dökmek için abartılan aşk algısına meydan okuyor ya da biz öyle bulduk. Biz nasıl bulursak bulalım yazarımızın ve yönetmenimizin bu konudaki görüşlerinin görüntülere ve videolara dökümü izlemeye hatta üzerine uzunca düşünmeye değer.

Gerçekçi Bir Son

Hollywood filmlerinden alışık olmadığımız, çocuk kandırmayan ve gerçekleri acısıyla tatlısıyla aşırı dramatize etmeden bize aktaran bir son. Müthiş bir bitiş derdi yok. Unutulmayacak bir son değil hatta akıllarda kalması için yapılmış bir son da değil lakin nasıl olsa aklınızda kalacak çünkü farklı olma çabasına girmediği için bile fazlasıyla farklı. Sanki gerçek hayattan çok da şaşırtıcı olmayan, büyük bir sonla bitmeyen ama insanı en azından bir gece uykusuz bırakıp düşündürecek ve hayatın gerçeklerini bir kere daha hatırlatacak bir son. Bunu yapabilme cesaretini göstermek sanıyoruz ki müthiş bir son yapmak kadar zor. Sadece cesaretini de göstermiyor aslında bu film tam da niyetlendiği işi bitiriyor. Hem sizi bir film için şaşırtıyor hem de dönüp gerçek bir hayatta baktığınızda çok da şaşırtmıyor. Çok da enteresan bir hikaye değil ama yine de filmleştirilip kendini izletebiliyor. Tıpkı benzer günleri farklı umutlarla karşılayabilmemiz gibi tıpkı hayat gibi.

Aynı gerçek hayattaki gibi filmimizde de aşk acısı ve aşkın kendisi de zamanla azalıyor ve bitiyor. Tabi kimse unutmuyor aşık olduğunu ama aşk bir his olduğu için zamanla geçiyor insan farklı hissetmeye başlıyor. Filmimiz bu süreci acıtasyondan olabildiğince uzak bir şekilde anlatmış. Sanki hayatın içinde yaşadığımız bir acıyı üstünden zaman geçtikten sonra bir mercekten bakıyormuşuz gibi. Bizi üzmüyor, üzemez de ama zamanında üzmüş olduğunu biliyoruz.

Müzikalin Gerçekliğimize Etkisi

Kuşlar, güller, çiçekler, güneşin rengarenk ışıkları, o ahenkli şiirler ve kulağa güzel gelen şarkılar… Bütün bunlar hayatı daha renkli ve daha ışıl ışıl göstermiyor mu? Hayata biraz daha toz pembe bakmamızı sağlıyorken bu ışıl ışıl Cherbourg sokakları ve ezgili şarkılar yönetmen yine de gerçekliğimizi kaybetmemize engel olabiliyor. O toz pembe gözlüklerin üstüne bir de gerçeklik ve dinginlik katıp filmi bize bir müzikal olduğunu unutturarak izliyor.

Müzikal olduğunu hatırlamak için tekrardan türünü kontrol etmeniz bile gerekebilir. Müzikal film deyince akla şen şakrak hatta bazen sinir bozucu derece de pozitif dans etmeli görüntüler veya sahneler gelebilir lakin bu filmin havası böyle değil. Gerçeklik algısından hiç koparmadan, sanki günlük konuşmaymış gibi ama müzikali de terk etmeden size bir buçuk saatlik bir seyir sunuyor. Müzikalden haz etmeyen çoğu kişinin de fikirlerini değiştirip kendisine şans verdirebilecek bir yapım olmuş. Üstelik bizim müzikal ile ilgili önyargılarımızı veya türün kalıplarını kaale almadan sanki kendi türünü yaratırmışçasına özgün ve yaratıcı bir yapım.

Kaynakça

RT

IMDb

Wikipedia

Harvard Search

Aşkın Tanımı


BENZER YAZILAR

Masumiyet: Bir Filmi Okumak

Hayata tutunmak için aşkı seçen veya aşkın kader olduğuna inananların hikâyesi: Masumiyet

Gerçekliğe Bir Baş Kaldırış "Truman Show"

Orijinal senaryosu ile adeta bir devrim yaratan, yaşadığımız gerçekliği bize sorgulatan Truman Show filminin detaylı eleştirisini sizler için hazırladık.


Paylaş