Günlük hayatta halk arasında sıklıkla kullanılan atasözleri ve deyimler, anonim olarak yüzyıllar boyunca söylenerek günümüze kadar ulaşmıştır. Belirli durumlarda kullanılan yüzlerce atasözü ve deyimin birkaçının ortaya çıkış hikayelerini derledik.
Pabucu Dama Atılmak
Günlük yaşantımızda, bir insanın herhangi bir konuda başkası tarafından geçilmesi ve başkasının kendisinden daha fazla değer görmesi durumunda kullanılan deyimin ortaya çıkış hikayesi, Osmanlı dönemine dayanıyor.
Anadolu’yu Türk yurdu haline getirebilmek, Türkler arasında İslamiyet’in yayılma hızını arttırmak ve Türk zanaatkarları desteklemek gibi amaçlarla Hacı Bektaş-ı Veli’nin tavsiyesi üzerine Ahi Evran tarafından kurulan Ahilik teşkilatı, bir esnaf dayanışma kurumudur. Bu kurum, esnafların uyması gereken kuralları belirleyip bu kurallara uyulup uyulmadığını kontrol ederdi. Her esnaf kurumunun başında kethüda denilen bir bilirkişi bulunurdu ve bu denetleme işini de onlar yapardı.
Temel prensiplerinden biri doğruluk olan teşkilatta, esnaf ile kethüda arasında yiğitbaşı denen bir temsilci bulunurdu ve esnafın hile yapıp yapmadığını kontrol ederek kethüdaya bildirirdi. İşinde hile yapan biri tespit edildiği zaman, o kişiye gerekli ceza verilirdi. O dönemlerde, en çok şikayetin olduğu konulardan biri de ayakkabı üreticiliğiydi. Eğer esnaf ayakkabı üretirken hile yaparsa satış yaptığı müşterilere parası iade edilirdi ve o ayakkabı da dükkanın damına atılarak kullanımı engellenirdi. Dükkanın damında ayakkabıyı gören halk ise dükkan sahibini ayıplayarak oradan alışveriş yapmak konusunda tereddüt ederdi ve dükkanın satışları düşerdi.
Atı Alan Üsküdar’ı Geçti
Bir iş için artık yapılacak bir şeyin kalmadığı, işin işten geçtiği durumlarda kullanılan atasözünün hikayesi, Bolu Bey’ine başkaldıran ünlü eşkıya Köroğlu’nun- burada bahsedilen kişi şair Köroğlu değildir- başından geçen bir olaya dayanır.
Köroğlu bir gün çok sevdiği atını kaybedince onu bulmak için her yere bakmaya başlar. Birçok yer gezip hiçbirinde atını bulamayınca son olarak İstanbul’a uğrayan Köroğlu, bu şehirde atını bir hayvan pazarında görür. Atını geri almak için çeşitli yollar düşünerek sonunda alıcı rolü yapmaya karar verir. Satıcıya, atı satın almadan önce binip denemek istediğini söyler ve satıcı da Köroğlu'nun gerçek kimliğini bilmediği için izin verir. Köroğlu üstüne binince sahibini tanıyan at dörtnala koşar ve atla birlikte Sirkeci’deki bir sal ile Üsküdar’a geçerek gözden kaybolurlar. Sonradan kandırıldığını anlayıp dövünmeye başlayan satıcıyı ise arkadaşlarından biri “Üzülmeyi bırak! Atı alan Üsküdar’ı geçti. O adam Köroğlu’nun kendisiydi” diyerek teselli etmeye çalışır.
Toprağı Bol Olmak
Ölen bir Müslüman'ın arkasından “Allah rahmet eylesin” manasında kullanılan deyimin ortaya çıkışı, aslında İslamiyet öncesi dönemlere dayanır. Ölen kişinin değerli eşyalarıyla beraber gömülmesi, İslamiyet’i benimsemeden önce Türklerde de görülen bir adetti. Genellikle toplumdaki önemli bir kişi öldüğü zaman kurgan adı verilen bir mezar yapılırdı ve buraya ölüyle beraber o kişinin altın, gümüş ve mücevherleri de gömülürdü. Bu durum mezar hırsızlıklarının sıklıkla görülmesine de neden olurdu. Bu değerli eşyaları çalmak için mezarı kazan hırsızları engellemek amacıyla mezarın üstüne bolca toprak atılırdı. Eğer ne kadar çok toprak varsa mezarı açmak da o kadar zor olacaktı ve böylece hem değerli eşyalar çalınamayacaktı hem de ölü yattığı yerde rahatsız edilmeyerek huzur içinde yatacaktı.
Mürekkep Yalamak
Deyim halk arasında; öğrenim görmüş, okuma yazma bilen, kültürlü insanlar için kullanılır. Eski dönemlerde kağıt çok zor bulunan bir şey olduğundan el yazması yazılar yazılırken ya da çoğaltılan kitaplar hazırlanırken sayfaların en küçük bir kısmının bile ziyan olması istenmezdi. Yazılar parşömen denen bir kağıda yazılırdı ve sayfalar hazırlanırken pürüzler kaybolup kalem kayganlaşsın diye kağıt önce cilalanır sonra da üstüne ahar denen bir karışım sürülürdü. Bu, yumurta akı ve nişasta ile hazırlanan ve suyla temas ettiğinde eriyen bir karışımdır. Bu yüzden hattatlar yazım sırasında bir hata yaptıklarında serçe parmaklarını ağızlarında ıslatıp kağıda sürerdi ve hata da ortadan kalkmış olurdu. Yapılan hata bazen bir kelime bazen bir cümle olabildiği için hattatın parmağını ağzında ıslatması sırasında diline mürekkep tadı gelirdi. Bu durum sonucunda da, okuma yazma oranı düşük olduğu için, eğer bir kişinin diline mürekkep tadı geldiyse o kişinin ilim aldığı düşünülürdü ve kişi toplum içinde saygınlık görürdü.
Kırk Yıllık Kani, Olur Mu Yani
Bu atasözü, uzun süre belirli davranışlar sergileyen birinin bunların tersi şekilde davranmasının ve değişmesinin imkansız olduğunu belirtmek için kullanılır.
Atasözünde kullanılan Kani Müslüman, Yani ise Hristiyan ismidir. 18. yüzyılda yaşamış bir Divan şairi olan Tokatlı Ebubekir Kani Efendi, hayatı boyunca devlete hizmet için belirli görevlerde bulunur. Divan katipliği göreviyle Silistre valiliğindeki bir kişinin yanında çalışmak için Rumeli’ye giden Kani Efendi, burada genç bir Rum kızını sever. Kani Efendi o sıralar yaklaşık 50 yaşında olmasına rağmen verdiği mücadeleler sonrasında genç kız da onu sever. Bunun üzerine Kani Efendi kıza evlenme teklifi eder fakat kız, fazla tutucu olan papaz bir aileden geldiği için kızın ailesi bu işe kesinlikle onay vermez. İkisi de bir çare düşünürken kızın aklına evlenmeleri için Kani Efendi’nin din değiştirerek Hristiyan olması fikri gelir. Kızın babası da bu fikre olumlu yaklaşır ve Kani Efendi’ye eğer din değiştirirse kızıyla evlenmesine müsaade edeceğini söyler. Bunun üzerine Kani Efendi ise “Yapmayın papaz efendi, kırk yıllık Kani olur mu Yani” der.
Kaynakça
Pala, İskender. İki Dirhem Bir Çekirdek. İstanbul: Kapı Yayınları, 2015.
BENZER YAZILAR
Moliere’in Cimrisi Osmanlı'da Teodor Kasap’ın Pinti Hamit’i
Bu yazıda, Teodor Kasap tanıtılacak ve uyarladığı bir metin incelenecek.
Orhan Veli'nin Şiir Hakkında Düşünceleri Bir Yazı Değerlendirmesi
Bu yazıda, Orhan Veli’nin yazdığı ‘’Şiir Hakkında Düşünceler’’ yazısını ele aldık.