Fransız varoluşçular, Albert Camus ve Jean-Paul Sartre'ın çatışması.

Dünya Edebiyatı, yazarlar arasındaki rekabetlere ve anlaşmazlıklara birçok kez sahne olmuştur. Bu rekabetlerden ikincisini aktardığımız yazımızda, bir tarafta Varoluşçuluğa (Egzistansiyalizm) gerçek ününü kazandıran, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kişisel, nesnel görüşlerine uymadığı için reddeden ve 20. yüzyılın en büyük filozoflarından biri sayılan Jean-Paul Sartre bulunurken; diğer tarafta kendini bir filozof olarak tanımlamasa da Varoluşçulukla oldukça yakından ilgilenen, 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak, Rudyard Kipling’den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olma ünvanına sahip, 20. yüzyılın en büyük romancılarından biri Albert Camus var. 

Çatışma Nasıl Başladı?

Fransız varoluşçular Jean-Paul Sartre ve Albert Camus, İkinci Dünya Savaşı sonrasında gayet yakın iki arkadaştılar. Kasabada oturup içerler, birçok konu hakkında saatlerce konuşurlar, gecelerini gündüz yaparlardı. Bu sırada savaş sonrası Paris yeniden kuruluyor, yaralarını iyileştiriyordu. Sartre ve Camus bu yeni kurulan Fransa için daha adil bir gelecek umuyor, bunun için yazıyorlardı. Bu onlar için şöhret basamaklarını hızlıca tırmandıkları, şaşalı bir yoldu aynı zamanda. Her hareketleri gazetelere manşet olmaya başlamıştı. Fakat 1952'de Camus ve Sartre arasındaki anlaşmazlık ile bu durum tamamen değişti ve 20. yüzyılın en büyük edebiyat kavgalarından biri haline geldi. Neden oldu? Bu kadar yakın iki arkadaş nasıl birbirlerini affedemeyecek hale geldi?

Birinci Raund

Camus ile Sartre 1944 yılında tanışmışlardır. Aslında her ikisi de Fransa’da Alman işgaline karşı kurulmuş olan Karşı Koyma Hareketi’nde bulunmaktadır ve burada tanışmışlardır. Bundan sonra ikili arasında 1952’ye kadar oldukça güzel bir dostluk kurulur. Gerçi, 1944 yılında resmi olarak tanışmalarından hemen önce her ikisi de birbirlerini eserlerinden tanımaktadırlar. Hatta Sartre, Camus’nün Yabancı romanının yayınlanmasından hemen sonra “Yabancı’nın Açıklanması” başlığıyla bir makale bile yazmıştır. Sartre bu yazısında Camus’nün romanını “saçma konusunda ve saçmaya karşı kaleme alınmış, klâsik bir yapıt, bir düzen yapıtı” olarak değerlendirmiştir.

Onların dostluklarının bozuluşu, 1951 yılının sonlarında  Camus’nün Başkaldıran İnsan adlı eserini yayınlanmasıyla başlar. Ancak Simone de Beauvoir’nın Mandarinler adlı romanında anlatılan bir olayın, bu dostluğun bozulmasına zemin hazırladığı da iddia edilenler arasındadır. Söylentiler, Mandarinler romanındaki baş karakterlerden Henri’nin Camus’yü, Dubreuilh'in Sartre’ı temsil ettiği yönündedir.

Romanda Dubreuilh, komünist partiye oldukça yakın resmedilmiş, Sovyetler Birliği’nin ideolojisini benimsemiştir. Henri ise sosyal demokrat bir ideolojiye daha yakındır ama Sovyet Devrimi’nin sonuçlarını da benimsememektedir. Ancak Sartre, Dubreuilh'in bulunduğu politik durumla oldukça farklı bir noktadadır. Nitekim Sartre, komünist olmadığı gibi, Marksistlerin de sürekli eleştirilerine uğramıştır. Marksistler, Sartre’ın varoluşçuluğunun bu dünyada eyleme yer bırakmadığını ve burjuva felsefesine yol açtığını iddia etmişler, insanları umutsuzluktan kaynaklanan bir durgunluğa ve miskinliğe götürdüğünü söylemişlerdir. Sartre ise bu eleştirileri yersiz bulup, varoluşçuluğu bir insancıllık olarak sunduğunu söyler. Zaten subjektivist bir çizgide yürüyen Sartre’ın Marksizm ile tam anlamıyla uyuşması ve Dubreuilh tarzında bir politika gütmesi oldukça zordur. Marksistler, Sartre’ı idealist ve gençleri Marksizmden soğutmakla suçlarken, Simone de Beauvoir da Sartre’ın ideolojik bakımdan Marksistlerle uzlaşmazlık içinde olduğunu belirtir. Sonunda yazar kendisiyle yapılan bir söyleşide Mandarinler romanındaki karakterlere dair söylentileri açıkça reddeder ve “Eleştirmenler, anahtarlı bir roman yazdığımı söyleyerek okurları şaşırttılar fakat ne Henri Camus’ye, ne Dubreuilh de Sartre’a benzer, böyle bir karıştırma yapmak çok saçmadır.”

O halde Sartre ile Camus arasındaki polemiğin asıl sebebine Francis Jeanson’ın, Camus’nün 1951 yılı sonunda çıkan Başkaldıran İnsan adlı eserine karşı yazdığı “Albert Camus Ya da Başkaldıran Ruh”  isimli eleştiri makalesinin Les Temps Modernes’nin Mayıs 1952 sayısında yayımlanması denebilir.

Başkaldıran İnsan yayımlandığı sırada Fransa’da neredeyse tüm zıt görüşlerden büyük bir övgü almıştır. Siyasi aktivist Francis Jeanson bu övgünün sebebini pek anlaşılmaz bulur ve Camus’yü üslûp yönünden eleştirmekle işe başlar. Jeanson’ın eleştirisi daha çok Başkaldıran İnsan’ın “kötülük'ü tarih içine, iyilik'i ise tarih dışına yerleştiren” bir kitap olması üzerinedir. 

Camus kitabında, çağımızda oluşan devrimleri ve özellikle de Sovyet Devrimi’nin sonuçlarını dikkate alarak eleştirmektedir. Ayrıca bu eleştiri sadece devrimin sonuçlarıyla sınırlı kalmamış ve Marksizme de yönelmiştir. Oysa Francis Jeanson’a göre, Sovyet Devrimi’nin sonuçlarına bakarak Marksizmi yargılamak doğru değildir. Ancak Camus, Marksist devrimde tarihi bir kötülük görür ve insanı tarihin dışına iter. Camus’nün bu tavrına karşılık Jeanson ise, “devrimlerin şu sözüm ona tarihinin sözüm ona felsefesi uğruna gerçekliği bile gözden çıkararak onu bize bu denli yabancı kılmanın gereği neydi?” diye sorar. 

Camus, Jeanson’un makalesinin akabinde Les Temps Modernes’de yayımlanan “Temps Modernes Dergisi Yönetimine Mektup” başlığıyla bir makale yazar. Camus, bu yazısının muhatabı olarak Jeanson yerine Sartre’ı seçer. Camus’ye göre Jeanson’un, Başkaldıran İnsan’da devrimlerin oluşumunda ekonomik ve tarihî öğelerin fonksiyonlarını reddettiğini ileri sürmektedir. Oysa Camus, “devrimlerin ideolojik yanı üzerinde” durduğunu ve Jeanson tarafından kitabın bilerek anlaşılmak istenmediğini iddia eder. Jeanson’ın, kitabın tarihi reddettiği şeklindeki iddiasına karşılık Camus, kitabın tarihi mutlak bir şey yapmaya götüren tutumunu eleştirmekte olduğunu ileri sürer. Camus, kendisinin tarihin dışında biri olarak anlaşılmasının imkansız olduğunu söylemiştir çünkü Ulusal Direnme Hareketi’nin bir üyesidir ve hayatını eylem halinde geçirmiştir. Sartre’a hitaben Jeanson’a “Ağzından düşürmediği Cezayirliler, savaş çıkana dek, pek de rahat olmayan bir kavgada arkadaşımdılar benim” der. 

İkinci Raund

Kendinin muhatabı olduğu mektuba Sartre çok geçmeden bir cevap verir. Sartre ona, toplama kampları sorununa ilgisiz kalmamış olmasına ve komünistlerin Camus’den şikayetçi olmadıklarını iddia etmesine rağmen kendisinden neden nefret ettiklerini sorar. Sartre, Camus’nün, varoluşçuluğun özgürlük anlayışıyla Marksist tarih anlayışının çelişkili oldukları konusundaki düşüncesini “siz-(...) hemcinslerime ilkin cennetten çıkma bir özgürlük bağışlayıp sonra da onları çarçabuk zincire vurduğuma inanmışsınız. Bundan öylesine uzağım ki, çevremde daha önceden tutsaklaşmış ve kendilerini doğuştan gelen tutsaklığın elinden kurtarmaya çalışan özgürlükler görüyorum yalnız. Bugünkü özgürlüğümüz, özgür olabilmek üzere girişilmiş savaşın özgürce seçiminden başka bir şey değil.” diyerek reddeder.

Sartre’ın düşüncesine göre Camus, ölüme ve kötülüğe karşı başkaldırırken, olmayan bir Tanrı’yı suçlamaktadır. Hâlbuki burada suçlanacak olan, toplumsal koşulların kendisidir çünkü Sartre’a göre, babası ölen küçük bir çocuk, babası “işsiz ya da yapı işçisi ise, insanları suçluyordu”. Sartre’a göre Camus, tarihi haksız görmekle birlikte aksi olarak “onun akışını yorumlamaktansa, orada yeni bir saçmalık” bulmaktadır. Bunun sebebi ise, Camus’ün tarihe cehennemden baktığı için oraya bir anlam ve amaç yükleyememesidir. Oysa Sartre’a göre yapılması gereken, tarihe bir amaç yükleyebilmektir. Dolayısıyla burada söz konusu olan, tarihin bir anlamının olup olmaması değildir, aksine hali hazırda tarih içinde var olduğumuza göre, tarihe bize en iyi gelen anlamı vermektir. Sartre’a göre tarihe anlam vermekle ilgilenmeyen Camus, Başkaldıran İnsan kitabıyla, o sadece soyutlaşmış bir başkaldıran insandan başkası olamamıştır.

Bu tartışmada son olarak Jeanson bir makale yazar. Aslında  bu makale aralarındaki çatışmayı ortadan kaldırmaz. Jeanson Camus’u yine suçlamakta ve çok sert bir şekilde eleştirmektedir. Camus’nün tarih karşısındaki durumunu pasif ve çekimser görmektedir.

Sonuçta açıkça görülmektedir ki, Camus/Sartre kavgasının felsefî bir boyutu olmamıştır. Tüm polemik aslında siyasî ve ideolojik olarak görülmekte ve Başkaldıran İnsan’da dile getirilen Marksist devrimin eleştirilmesi konusu, tartışmanın genelini oluşturmaktadır.

Final

Yıllar sonra, Albert Camus, 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış, Jean Paul Sartre ise Camus’den 7 yıl sonra Nobel’i hak etmiştir. Ancak Sartre ödülü ün peşinde olanlar için görmüş ve onu aşağıya çekeceği düşüncesiyle kabul etmemiştir. Tüm bu dargınlığa rağmen Camus trafik kazasında hayatını kaybettiği zaman, Sartre onun ardından oldukça duygusal bir yazı yayınlamıştır. Yazısında, Camus’nün fikirlerine karşı hiç kayıtsız kalmadığını söylemiş, “çağımızda ve tarih karşısında yapıtları Fransız edebiyatında belki de en ilginç olan uzun ahlâkçılar zincirinin günümüzdeki mirasçısını temsil ediyordu” diyerek ondan övgülerle bahsetmiştir. Bu ölümün onda yarattığı üzüntüyü de şu şekilde dile getirmiştir: “bu ölümün, kendine özgü bir rezaleti var, insancıl olmayanın insanlık düzenini ortadan kaldırması bu”. 

Aralarındaki uyuşmazlığa ve dargınlığa rağmen, aslında onların çok önemli benzerlikleri de vardı. Her ikisi de ahlâkla ve metafizikle ilgili mutlak kavramları reddediyorlardı. Ortaya koyacakları değerler yalnızca düşüncede kalmıyor, yaşantıda da hayat buluyordu. İnsanın doğaüstünün yardımı olmadan yaşayacağına inanıyorlar, ekonomik sömürüden, sömürgecilikten, ırk ayrımından ve Franco’nun İspanya’sından nefret ediyorlardı.

Kaynaklar :

https://books.google.com.tr/books?id=RiXnDwAAQBAJ&pg=PA191&lpg=PA191&dq=%22Camus%E2%80%99n%C3%BCn+bu+tavr%C4%B1+kar%C5%9F%C4%B1s%C4%B1nda+Jeanson+ise,+%E2%80%9Cdevrimlerin+%C5%9Fu+s%C3%B6z%C3%BCm+ona+tarihinin+s%C3%B6z%C3%BCm+ona+felsefesi+u%C4%9Fruna+ger%C3%A7ekli%C4%9Fi+bile+g%C3%B6zden+%C3%A7%C4%B1kararak+onu+bize+bu+denli+yabanc%C4%B1+k%C4%B1lman%C4%B1n+gere%C4%9Fi+neydi?%22&source=bl&ots=gUvtrOaGKV&sig=ACfU3U2eXkGYKs61TALsZdAPej64U_5FkA&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwiXqcuv9IHqAhWGOcAKHWgZBBwQ6AEwAHoECAMQAQ#v=snippet&q=bu%20tavr%C4%B1&f=false

https://books.google.com.tr/books?id=RiXnDwAAQBAJ&pg=PA191&lpg=PA191&dq=%22Camus%E2%80%99n%C3%BCn+bu+tavr%C4%B1+kar%C5%9F%C4%B1s%C4%B1nda+Jeanson+ise,+%E2%80%9Cdevrimlerin+%C5%9Fu+s%C3%B6z%C3%BCm+ona+tarihinin+s%C3%B6z%C3%BCm+ona+felsefesi+u%C4%9Fruna+ger%C3%A7ekli%C4%9Fi+bile+g%C3%B6zden+%C3%A7%C4%B1kararak+onu+bize+bu+denli+yabanc%C4%B1+k%C4%B1lman%C4%B1n+gere%C4%9Fi+neydi?%22&source=bl&ots=gUvtrOaGKV&sig=ACfU3U2eXkGYKs61TALsZdAPej64U_5FkA&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwiXqcuv9IHqAhWGOcAKHWgZBBwQ6AEwAHoECAMQAQ#v=snippet&q=bu%20tavr%C4%B1&f=false

https://www.facebook.com/FelsefeMetinleri/posts/407732529361297/

https://zimmermannreinhardt.tumblr.com/post/143104690646/mandarinler-ve-camus-sartre-ili%C5%9Fkisi

https://aeon.co/ideas/how-camus-and-sartre-split-up-over-the-question-of-how-to-be-free

https://press.uchicago.edu/Misc/Chicago/027961.html

https://www.youtube.com/watch?v=Erel0LhYLP4

https://www.youtube.com/watch?v=MAQoTlgT8_Q

Iris Murdoch, Sartre’ın Yazarlığı ve Felsefesi, De Yayınevi

Francis Jeanson, SARTRE CAMUS ÇATIŞMASI , İzlem Yayınları

Jean-Paul Sartre, “Albert Camus”, Sanatçı ve Çağı, Bilgi Yayınevi 

 

 

 

 

 

 


BENZER YAZILAR

Sol Ayağım: Gerçek Bir Yaşam Öyküsü

Gardner’in çoklu zeka kuramına örnek olabilecek bir yaşam öyküsüyle Christy Brown ve onun her şeyi olan sol ayağı.

Bir Roman Değerlendirmesi: Nazlı Kar - Junichiro Tanizaki

Tanizaki’nin başyapıtı Nazlı Kar’ın temaları ve roman hakkında bazı fikirler.


Paylaş