Yazar: Çiğdem Duran-Marmara Üniversitesi
Betimleme Nedir?
Betimleme sanatı çoğumuzun romanlardan bildiği bir kavram. Kelimelerle resim çizme ve anlatılan mekânın, durumun, kişinin okurun zihninde canlanmasını sağlama amacı taşır. Betimleme, tarihte romanların vazgeçilmez unsuru olmuştur. Okurun esere dahil olmasına olanak sağlamıştır. Okurlar gidilmemiş bir yerin, görülmemiş bir şeyin görüntüsünü çoğu kez kelimelerle keşfetmiştir. Edebi akımların, tarihi olayların ve değişen çağın eserleri ve anlatımı etkilediğini biliyoruz. Peki gelişen teknoloji eserlerdeki betimlemelerin evrimine sebep olmuş olabilir mi?
Dünya klasikleri upuzun betimlemeleriyle okurun dikkatini çeker. Bir oturma odası bütün detaylarıyla anlatılır, bir elbisenin tasviri bir sayfayı doldurabilir. Bu günümüz okuruna sıkıcı gelebilir. Hatta klasik eserleri okumak vakit kaybı olarak dahi görülebilir.
Peki Klasik Eserlerde Neden Yoğun Betimleme Kullanılmıştır?
Eserlerin yazıldığı çağın koşullarını düşünürsek sanırım bunun cevabına yaklaşmış oluruz. Çoğu 18. ve 19. yüzyıla ait olan dünya klasiklerinin yazıldığı dönemde günümüzde yaygın olan fotoğraf kolay erişilebilir değildi. Video teknolojisi ise hiç yoktu. Görselleştirme sadece resim sanatıyla kısıtlıydı. Aynı şekilde ulaşım ve seyahat de kısıtlı imkanlar ile yapıldığından insanların yeni deneyimler yaşaması günümüzdeki kadar yaygın ve kolay değildi. Kitap, yeni deneyimlere ulaşmak için bu sayılan imkanlara göre daha yaygın bir araç durumundaydı. Bu nedenle bu dönemin gerçekliğinde yazar, betimlemeleri bir görselleştirme aracı olarak kullanıyordu. Çünkü anlatılanların okurun zihninde canlanması için daha çok detay gerekiyordu. Ünlü bir kilise, onu hiç görmemiş bir 19. yüzyıl okuru için ancak isimden ibaret olabilir. Günümüzde bu ismi yazarak basit bir Google taraması ile ulaşılabilen ya da zaten daha öncesinde bu “ismin” gerçeğine bir yerlerde denk gelmiş ve buna aşina bir okur gerçekliği var. Bu yüzdendir ki bir görselliğin detaylıca betimlenmesi günümüz okuruna anlatımı tıkayan, akıcılığı kesen sıkıcı bir yöntem olarak geliyor. Öyle görünüyor ki edebiyat evriminde görsel betimleme, tarih sahnesinde körelmiş organların kaderini paylaşacak.
Ruhsal Betimleme
Bunun yanında ruhsal betimlemenin ise hala bütün canlılığını koruduğunu söylemek gerekir. İnsanın duygusal, tahmin edilemez bir varlık oluşu henüz çağdan çağa değişen bir durum değil. Ve ruhsal betimleme ruh hallerini, duyguları, içsel karmaşaları, çekişmeleri tasvir ettiği için hala işlevini koruyor. Çağlara göre duyguların yoğunluğu değişse de duygular değişmiyor.
Elbette bir 19. yüzyıl klasik romanında geçen, betimlemelerle dolu büyüleyici bir pasaj halen günümüz okuruna da çok estetik gelebilir. Yoğun görsel betimlemeler, yazıldığı dönemde ifade ettiği anlamdan artık uzak. Büyük klasiklerden Vadideki Zambak’tan küçük bir pasajı sizle paylaşarak bitirmek istiyorum…
“Bu gezintilerde gözlemevlerinde yaşayan bilginin, uzmanlık isteyen bitkilerle uğraşan tarımcının, kente çivilenmiş zanaatçının, tezgâhına bağlanmış tacirin bilmediği, ama kimi ormancıların, kimi oduncuların, kimi düşseverlerin iyi tanıdığı hazlara alıştım. Doğada, sonsuz anlamlar taşıyan, en büyük ruhsal kavramların yüksekliğine erişen etkiler vardır. İster kendisini ıslatan çiy elmaslarıyla kaplı, içinde güneşler oynayan, çiçeklenmiş bir fundalık, zamanında üzerine çevrilen bir tek bakış için süslü bir uçsuz bucaklık olsun; ister yıkık taşlarla çevrili, kumlarla kesilmiş, yosunlarla donanmış, ardıç ağaçlarıyla süslenmiş bir orman köşesi, bilmem nasıl bir yabansılık, bir incinmişlik, bir ürperticilikle sizi saran, tavşancılın çığlığının yükseldiği bir köşe olsun. İsterse sıcak, bitkisiz, taşlık, çorak bir yer olsun, ufukları çöl ufuklarını andıran, etekleri sarp, üzerinde çok güzel ve yalnız bir çiçeğe, altın etaminleri için açılmış mor ipek ağızlı bir şakayık, vadisinde tek olan ak sevgilimin duygulandırıcı simgesi olan bir şakayık bulduğum çorak alan olsun! İsterse üzerlerine doğanın elinden hemen yeşil benekler, bitkiden hayvana bir tür geçiş olan benekler dökülen, birkaç gün içinde canlanıveren, içlerinde, bitkiler, böcekler, en yüce havada bir dünya gibi dalgalanan büyük su birikintileri olsun! İsterse bir yokuşun üst yanında asılı gibi duran, birkaç cılız çavdar tarlasıyla çevrili, birçok alçakgönüllü yaşamın simgesi bir sap damlı kulübe, lahana dolu bahçesi, asmaları, kazıklarıyla bir kulübe olsun! İsterse ormanda bir incecik yol, bir katedral sahınına benzeyen, ağaçları birer sütun olan, dalları kubbenin kemerlerini oluşturan, ucunda yapraklar arasından ışıkları gölgelerle karışmış ya da batan güneşin kırmızı renkleriyle aydınlanmış uzak bir açıklık doğan, şakıyan kuşlarla dolu bir dua yerinin vitrayları gibi görünen bir yol olsun! Sonra, bu serin ve sık korulardan çıkınca, ses veren, yakıcı yosunlar üzerinde, karnı doymuş yılanların zarif ve ince başlarını kaldırarak evlerine döndükleri tebeşir rengi, nadasa bırakılmış bir toprak. Bu tablolar üzerine kimi zaman besleyici su dalgaları gibi akan güneş selleri serpin, kimi zaman bir yaşlı adamın alnındaki kırışıklar gibi sıralanmış kül rengi bulut kümeleri, kimi zaman solgun mavi şeritlerle çizgi çizgi, hafif turuncu bir göğün soğuk renklerini; sonra, dinleyin: Bulanan sessizliğin ortasında anlatılmaz uyumlar işiteceksiniz.”
Kaynak:
Hugo, Victor. (1990). Vadideki Zambak. İstanbul. Can Yayınları
BENZER YAZILAR
Margaret Atwood ve 3 Büyük Eseri
Damızlık Kızın Öyküsü kitabı ve dizisinin yazarı Margaret Atwood’un hayatı
Virginia Woolf: İntihara Sürüklenen Bir Yaşam
Modernizmin öncülerinden olan feminist yazar Virginia Woolf’un ölümün kıyısında gidip gelen acı kayıplarla dolu yaşamı, özgür ruhlu aşkları, eserleri ve yaşama duyduğu karamsarlığa son verdiği intiharı.