The Fall, yönetmen koltuğunda Tarsem Singh’ın oturduğu, senaryosunun aslen 1981 yapımı Bulgar filmi olan Yo Ho Ho’ya dayandığı, 1920 yılında Los Angeles’da dublörlük yaparken sakatlanan Roy ile bahçede portakal toplarken düşüp kolunu kıran küçük Alexandria’nın yollarının bir hastane odasında buluşmasını masalsı bir şekilde anlatan 2006 yapımı bir filmdir. Filmde hiç görsel efekt kullanılmamış olup, tamamen gerçek mekanlarda, 28 farklı ülkede çekilmiştir. Çekimleri tam 4 yıl sürmüştür. Başrolünde Lee Pace bulunmaktadır.
The Fall Fragman
The Fall Filminin Konusu
Lee Pace’in hayat verdiği Roy, 1920’li yılların Los Angeles’ında filmlerde dublörlük yapmaktadır. Günün birinde sette kaza geçirir ve belden aşağısı tutmaz, sakat kalır. Aynı zamanda sevgilisi Roy’u terk etmiştir ve Roy bu yüzden depresyondadır, intihar etmek ister. Hastanede tedavi görmeye başlar.
Aynı hastanede bahçede portakal toplarken düşüp kolunu kıran Alexandria isimli meraklı bir kız çocuğu yatmaktadır. Roy, intihar edebilmek için morfin haplarına ihtiyaç duymaktadır. Böylece, Alexandria’ya hapları aldırtabilmek için ona masallar anlatmaya başlar. Alexandria babasını kaybetmiştir ve Roy’u babası gibi görür. Zamanla bu küçük kızın saflığı ve masumiyeti Roy’u iyileştirmeye başlar. Bu ikili arasında yaşanan ilişki, yer yer içinizi ısıtıp yer yer ağlatacak. Roy’un Alexandria’ya anlattığı masallar ile sizi uzak diyarlara götürecek bir dram filmi.
The Fall Film İncelemesi
Film, siyah beyaz bir sahneyle açılışını yapıyor. Bir at ve bir köprü. Bu sahne, Roy’un bir filmde dublörlük yaparken sakatlandığı sahnedir. Roy, köprüden atlayıp ata binmek ister ama bunu başaramaz, belden aşağısı sakat kalır. Aynı zamanda sevdiği kadın, filmin başrol oyuncusuyla birlikte olmayı seçip Roy’u terk eder. Roy depresyondadır, intihara meyillidir.
Daha sonra karşımıza küçük ve meraklı kız çocuğu Alexandria çıkar. Alexandria sevdiği eşyaları bir kutuda biriktirir, o kutuyu yanından hiç ayırmaz. Hastanede yatan herkes ilgisini çeker. Roy’un yarattığı karamsarlığın aksine oldukça hayat dolu bir karakterdir Alexandria. Bir gün yanlışlıkla Roy’un odasına girer ve böylece tanışmış olurlar.
Roy, ona adının Büyük İskender’den geldiğini söyler. Bu isim küçük kızın ilgisini çeker ve Roy ona masal anlatmaya başlar. Masaldaki karakterleri canlandıran insanlar da aslında Alexandria’nın hastane çevresinde sürekli gördüğü kişilerdir. Masalı Roy anlatsa da dünyaya adeta küçük bir kız çocuğun perspektifinden bakarız.
Roy’un farklı karakterlerle süslediği bu masal, küçük bir adada başlar. Adanın üstünde beş adam vardır. Birbirlerinden çok farklı olan bu beş adamın ortak bir özellikleri vardır; o da Vali Odious’a olan nefretleri. Bu adamlardan ilki eski bir köle olan Otta Benga’dır. Otta Benga’yı canlandıran kişi hastaneye buz, yiyecek gibi ürünler getiren bir işçidir. Otta Benga ve kardeşi Vali Odious’u daha zengin yapmak için çalışırlar.
Bir gün tarlada çalışırlarken Benga’nın kardeşinin bedeni bu eziyete dayanamaz ve hayatını kaybeder. Benga, sinirlenip tarladaki bütün köleleri özgür bırakır ve Vali Odious’dan intikam almaya yemin eder.
İkinci karakter olan Hintli, dünya üzerindeki en güzel kadınla evliymiş fakat kimse o kadını görmemiş. Odious ise kadını görmek için cüzzamlı kılığına girmiş, kadının sudaki yansımasını görünce âşık olmuştur. Hintli ise köşkünün kapılarını kilitleyip nöbet tutmuş ama iş işten geçmiştir çünkü Vali çoktan karısını kaçırmıştır. Kadının yüzünü göresiye kadar onu bir labirente hapseder ama kadın eğer yüzünü göstermezse tek kurtuluş yolunun uçurumdan atlamak olduğunu anlayıp intihar eder. Böylece Hintli Vali’den intikam almaya ve hayatı boyunca bir daha güzel bir kadının yüzüne bakmamaya yemin eder. Bu, gerçek bir Hint hikayesi olan Rani Padmavati’ye dayanır.
Üçüncü karakter ise Luigi bir patlayıcı uzmanıdır. Odious ise Luigi’nin yeni bombalarının gücünü duyunca onu toplumdan dışlamış. Kimse Luigi ile konuşmaz, herkes kendisinden saklanır. Luigi ile konuşmanın cezası ölümdür. Böylece Luigi de Vali Odious’un ölümünün elinden olacağına dair yemin eder. Luigi’yi Roy’un dublör bir arkadaşı canlandırır.
Dördüncü karakterimiz ise bütün dünyanın tanıdığı İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’dir. Masalda Darwin’i hastanedeki erkek hemşire canlandırır. Darwin, evcil maymunu olan Wallace’ı hiç yanından ayırmaz, bazı zamanlarda ondan akıl alır. Wallace, evrim kuramında Darwin ile çalışmış fakat onun gölgesinde kalmış Britanyalı doğa bilimci Alfred Russel Wallace’dan başkası değildir. Darwin ve Wallace, adı Americana Exotica olan çok özel bir kelebeğin peşindedir. Bir gün Odious onlara kelebeğin ölüsünü gönderir. Darwin’in elinde haritasının ve çeşitli böceklerin bulunduğu bir kutu görünür. Bu kutu Alexandria’nın yanından hiç ayırmadığı kutuyla aynıdır. Vali, bu insanların birbirlerini öldürmeleri için onları Kelebek Adası’na sürgüne gönderir.
Beşinci ve son karakter ise maskeli bir hayduttur. Masalda ilk olarak bu karakteri Alexandria’nın kaybettiği babası canlandırırken daha sonra Roy canlandırır. Bu, Alexandria’nın Roy’u zaman içinde babası gibi gördüğüne işarettir. Kaybettiği baba figürünün yerini Roy doldurmuştur. Maskeli haydut hakkında çok fazla bilgi bilinmemekle birlikte tek bilinen şey haydut ve ikiz kardeşinin yani Mavi Çete’nin, Vali Odious tarafından idam edilmek üzere kaçmalarıymış. Birbirlerinden ayrıyken kurtulma şansları daha yüksek olduğundan Vali Odious’ı öldüreceklerine yemin ederek yollarını ayırmışlar. Haydut adadan bir an önce ayrılıp kardeşini kurtarmaya gitmek ister. Bu beşli adadan filler yardımıyla kurtulur ve yolda Mistik karakteriyle tanışırlar.
Mistik, hikâyenin spiritüel yönünü destekleyen bir karakterdir ve onlara rehberlik eder. Bu esnada da Roy’un depresyonu iyice ilerler ve intihar düşünceleri artmaya başlar. Alexandria’dan morfin hapları ister. Mistik, bu beşliyi kabilesine götürür ve kabile, onlara Vali’nin nerede olduğunu söyler. Karakterler, bir çölün ortasında ilerleyen bir kervan bulur ve durdurur, köleleri özgür bırakırlar. Arabanın içinden Vali’nin çıkmasını beklerlerken güzelliğiyle büyüleyen bir prenses çıkar. Bu kişi hastanede Alexandria ile ilgilenen Hemşire Evelyn’dir.
Hemşire gerçekten güzelliğiyle büyüler ve masalda prenses rolünde onun olması kaçınılmazdır. Prenses ile haydut birbirlerine âşık olurlar. Roy hikayedeki prensesle gerçek hayatta âşık olduğu kadını özdeşleştirir. Sonradan Evelyn’in aslında Vali Odious’un nişanlısı olduğu öğrenilir. Ama hayduta âşık olduğu için onunla evlenmek ister. Düğünde, papaz bir hain çıkar ve onları Odious’a iletir. Odious’un askerleri onları esir alır. Odious’un askerlerinin dış görünüşlerinin hastanede X-Ray bölümüne giren görevli ile aynı olduğu görülür. Bu beşli, çölün ortasında elleri kolları bağlanarak ölüme terk edilir.
Roy’un ruh hali masala iyice yansımaya başlamıştır ama Alexandria bu benim de hikayem diyerek karakterleri kurtarır. Alexandria, Roy’a daha çok bağlanmaya başlamıştır ve onun için morfin almak istersen merdivenden düşüp kafasını vurur.
Burada Alexandria’nın bilinçaltına tanıklık ederiz. Yakılan evi, Roy, babası… Alexandria uyanır ve karşısında Roy’u görür. Alexandria hikâyenin devam etmesini ister, Roy onda mutlu bir son olmadığını, başka birinden istemesini söyler ama Alexandria’nın tek istediği hikâye değil hikâyeyi Roy’dan dinlemektir.
Hemşire Evelyn’i hastanede bir doktorla beraber olurken görmüştür, tıpkı Roy’un eski kız arkadaşı gibi. Bunu duyan Roy hikâyeye devam eder. Hemşire Evelyn, Vali ile birliktedir. Ekip, Vali’nin adeta saray gibi olan evine sızma planı yaparlar. Roy gerçek hayatta yaşadığı buhranın bir yansıması olarak hikayedeki herkesi sırayla öldürür. Otta Benga, Mistik, Hintli, Luigi, Darwin ve Wallace… Hepsi ölür.
Hikâyede sadece Alexandria ve Roy kalır. Sonunda Vali Odious ortaya çıkar. Bu kişi, Roy’un sevgilisiyle birlikte olan aktördür. Roy, Vali ile tutuştuğu kavgada yenilmek üzeredir çünkü Roy bunu kendine layık görür ama Alexandria bunu istemez. Roy kazanır, Vali ölür. Hemşire Evelyn aslında bunun bir test olduğunu söyler ama bunun için artık çok geçtir. Böylece hikâye biter. Hastanede film gösterisi yapılır ve masalda anlatılan hikâyeyi görürüz.
Sonuç olarak;
Gerek hikâyenin masalsılığıyla gerek sunduğu görsel şölenle bu film sizi başka diyarlara götürüp içinizi ısıtacak. Bir çocuğun masumiyetinin bir insanın hayatını, hayata bakış açısını nasıl değiştirebileceğine tanıklık edeceksiniz. Basit bir aşk hikâyenin işleniş tarzıyla, sinematografisiyle, görsel efekt kullanılmadan onlarca farklı ülkede çekilmiş olmasıyla The Fall, şüphesiz ki sinema tarihinin en değerli filmlerinden biri.
Kaynaklar
https://www.otekisinema.com/the-fall-2006/
https://www.bagimsizsinema.com/cocuklar-kadar-bagimsiz-bir-film-the-fall-film-elestirisi.html
https://filmhafizasi.com/bir-surrealizm-manifestosu-the-fall-2006/
https://filmloverss.com/the-fall-hakkinda-mutlaka-bilinmesi-gereken-15-detay/
BENZER YAZILAR
Klasik Anlatı Sineması Nedir?
Hikaye anlatıcılığında bütün sınırları zorlayan klasik anlatı sineması, seyirciye sinemanın özünü, empatiyi sunar.
Can Evrenol: Korku Evreninin Uzayı
Can Evrenol filmlerinin Clive Barker başta olmak üzere kullandığı referanslar ve Psikolojik-Sosyolojik alt metinleri.